Her sabah olduğu gibi yine namazını camide kılmış, evine dönüyordu. Asfalt yolun kıyısında oluşmuş ufak dereyi görünce bir an şaşırdı. Dört parmak yükseklikte su fışkırıyordu çatlamış asfaltın arasında.

Yakın zamanda, çevresinde olup bitenlere karşı kendini sorumlu hissediyordu. Bu şekilde belediyenin yapmış olduğu park, bahçe, yol, çöp konteynerinin bozulması, kırılması, devrilmesi gibi hususlarda girişkenlik gösteriyordu. Herhangi bir olumsuzluk gördüğünde onu yetkilisine bildiriyordu. Daha önce de sağlıklı yaşam için hareketler yapmak üzere konulmuş her parkın civarındaki spor aletlerinde bir bozukluk gördüğünde fotoğraflayıp belediyenin WhatsApp numarasına göndermişti. Ardından çok güzel ilgi göstermişlerdi. Böyle güzel dönüt almak memnun etmişti onu.

Bu meseleden olmak üzere, çocukların oynadığı parkın etrafındaki bozuk tellerin fotoğraflarını atmıştı ilgili telefona. Bununla da ilgili belediye personelinden aranmış, mesajın alındığı belirtilmiş ve yapıldığı haberi verilmişti.

Çevresinde olan her şeyi görmesi mümkün değildi ama gördüğü kusurları bu şekilde gidermenin imkanı varken bunu da kullanmak istiyordu. Yaşadığı toplumun insanlarına ve çevreye duyarlı olmayı insani bir davranış olarak algılıyordu. "Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu da imanın en düşük derecesidir." gibi bir Peygamber (sav)'in sözünü kendisine rehber etmişti.

Daha geçen gün halk kütüphanesinin önünde beş ufak çocuk görmüştü. Onlardan ikisinin sigara içtiğini fark edince uyarma ihtiyacı hasıl olmuştu. Birkaç adımda yanlarına vardığında: "Neden sigara içiyorsunuz, bu yaşınızda?" dediğinde, ufak çocuk: "Benim babamın haberi var" deyip yaptığı işi normalmiş gibi gösterecek, uyaran amcadan fırça yemekten kurtulacaktı.

Lakin gençlerin hatta daha çok çocukların sigara içmesine dayanamayan bu adam, on dakika ayaküstü nasihat etti. Dikkat çeksin diye "Türkiye'nin ormanlarını da siz mi yaktınız?" deyip ekledi: "Taze ciğerlerimizin kıymeti ormanlar kadar değil mi? Onlara niye zarar veriyorsunuz? Bunu babanın bilip bilmemesi senin ciğerlerinin zarar görmesine de engel değil ... Hem bu millet, senden hizmet bekliyor. Böyle gidersen büyümeden çürüyeceksin, ciğerlerin çürüyecek." deyince çocuklar biraz düşünceye daldı.

İşte bu sosyal sorumluluklardan biri olarak, yolda patlamış boruyu, fışkıran suyu haber vermek için kısa bir video çekti sonra da paylaştı. Gelen mesajda, ilgili birime aktarılmıştır yazıyordu.

Mesai vakti geldiğinde okula gidecekken yanındaki evladına: "Bak görüyor musun şu araç niye geliyor? Şu patlamış, fışkıran suyu video çekip atmıştım. Hemen ilgileniyorlar, böylece su israfı olmuyor. Sen de bir kusur gördüğünde bunu yetkililere bildir, yeri geldiğinde güzellikle kendin yap veya uyar. Bu, toplum olarak ihtiyaç duyduğumuz en önemli meseledir. Başka birine bırakma; o güzelliği, o insanlığı sen yap." demişti.

Hiç vakit almayan, insana kendini değerli hissettiren çok muazzam bir duyguydu bu. Komşulara yardım etmek, yolda ya da şehrin herhangi bir yerinde eksik kalmış, kusur kalmış her ne varsa onları düzeltmeye çalışmak, yerlere çöp atmamak, çöp poşetini binanın içinde bırakmamak, yoldaki taşları kaldırıp kıyıya atmak... Bunları Hazreti Peygamberin (sav) sözünü direk dinleme olduğunu hissetmek onu çok mutlu ediyordu onu.

İnsanlara zarar verebilecek herhangi bir şeyden uzak durmayı kendine prensip edilmişti. "Sizin en hayırlınız insanlara hayrı dokunandır. Sizin en hayırlınız, ahlakı güzel olandır" gibi sözler de hayatının köşe taşlarıydı. Sanki birçok davranışının arkasında sevip, saydığının direktifleri vardı. Allah'ın yaratmış olduğu kullara şefkat ve merhametle davranmak, onların işlerini kolaylaştırmak, onlara yardımcı olmak, elbette ki karşılıksız kalabilecek bir davranış değildi.

Yapmayı ve inşa etmeyi, temizlemeyi ve düzeltmeyi; yıkmak ve dağıtmaktan daha kıymetli ve daha insani olduğunu biliyordu. Bundan sonra hayatını insanların hayatına dokunarak, onları sevindirerek devam ettirmeyi arzu ediyordu.