Hz. Peygamber (sav)'in hayatını, o güzeller güzelinin zikredildiği dersi işliyorduk. Birkaç haftadır, "Çağrı" filminden belli kesitler ekrana yansıtıyor, oradaki sahabe-i kiram rolündekiler üzerinden onların özelliklerini beyan ediyordum. Bundan önceki haftalarda Habeşistan Kralı Necaşi ile Cafer bin Ebu Talib'in önderliğindeki sahabeleri konuşmalarını seyrettirmiştim. Hakikaten bu kısım hem İslam dini açısından hem de Hıristiyanlık'ı tanıtmak açısından veciz, güzel ipuçları verir. Daha sonra Bedir Savaşı'ndaki duelloyu izlettirdim. Eskiden savaşların böyle meydan okumalarla başladığını ve burada üstünlük sağlayan savaşçıların yüksek moral ve motivasyonu sağladığını vurguladım Sonra Mekke'nin Fethi kısmına baktık. Tekrar eski duygularım canlandı. "Çağrı" filmini yıllar içinde bilmem ki kaç kez izledim. Aynı duygulanmayı yaşıyorum. Duygu değerlerimi yitirmediğim için mutlu oluyorum.

Sevgiliden bahsediyor, sevgiliye kapı aralıyor. Mekke'nin fethi sırasında üç koldan şehre giren Müslümanların taşını toprağını öpmesi Efendimiz (sav)'in: "Ey Mekke, senden ayrılmak zorunda olmasaydım ayrılmazdım. Senin halkın beni senden ayrılıyor" şeklinde söylenmiş sözleri hasretin kaynağına işaret eder.

Dikkatimizi çeken bir nokta da Ebu Süfyan'ın karısı Hind ile pencere önünden Efendimizin Kabe'ye ihtişamla girişini izlerken yaptıkları konuşma.

Hint : "Bu kadar mı yanılmışız?" diye sorar büyük bir yenilgi psikolojisi ile. Ebu Sufyan; "Hayat tarzımız yanlıştı, ona kıskıvrak bağlanmışsız" diyor ve ekliyor "bari evimizi zorlanmadı" deyince "O kalplere hükmediyor, taşlara değil!" dediğinde dersimizin dersini almış oluyoruz. Zaman sırrını ortaya çıkınca ve ekrandan aldığım bakışları üzerine kilitliyorum. İşte insanın gerçek Müslüman olmasını engelleyen şey Ebu Süfyan'ın dudakları arasından döküldü. Hayat tarzımız yanlış ve bizi tutsak almışsa Hz. Peygamber (sav)in daveti niceliği ve niteliği de taşlara değil gönüllere hitap ettiğini kavrıyoruz. İşte Müslüman olmanın en güzel özelliği bu girebilmek....

Kime konuşuyorum bunları? Birçok konuda kusuru olan öğrencilerime. Tabii ki bir şeyi fark ettirmek istiyorum.

Peygamber (sav)'in tezkiye görevi yani Müslümanları arındırmak temizlemek, hayat tarzının İslamiyetle olan ilişkilerini kuvvetlendirmek gibi bir görevi vardı. Son olarak nasıl samimi olabiliriz'in yolunu göstermekti. Dolayısıyla bir insanın maddi kirlerden temizlenmesi kolay olabilir ama manevi kirlerden arınması zordur. Hele ki bireyin nefsi firavun gibi olduğu bir çağda. Peygamber Efendimiz (sav), bir ruh doktoru gibi bizi tedavi etmeyi biliyor. İnsanı kendi kör zindanlarında götürecek taraflarını işaret ediyor. Bizi Rabb'imize yönlendirip emirleri çerçevesinde gelişen bir hayat tarzı tavsiye ediyor.

Kötülüğün anası "nefsi" anlatmak gerekiyor gençlere. "Ben, ben... " diyorlar. "Nefs" insanlarda kötülüğü emreden, arzularının peşinden koşturan ve kötüyü cazip olan her şeye gider, yapıştırır seni. O tarafa doğru çeken arzularımız olmasaydı, günahların da cazibesi olmasaydı... Herhalde birbirlerine ihtiyaç duymaz vardı ama vallahi böyle bir dünya kuruyor. Peygamber Efendimiz (sav) olmasaydı doktorlardan ve öğretmenlerden nefis tezkiyesi öğrenemezdik. Yaratan bilmez mi nasıl terbiye olacağını? O yüzden yapılması gereken şey Peygamberlere kulak vermektir.