Tel Dolabın hava alması, sineklerin ve böceklerin, farelerin bilumum haşaratın içine girmemesi ve içindeki yiyecek ve ekmeğin bozulmaması için sineklik dediğimiz ince tel elekten olurdu, tasarrufluydu, öyle çöpe atılacak kadar yiyecek falan alamazdınız ancak 1 gününüzü idare edecek kadar erzak koyabilirdiniz dolaba, aslında sağlıklıdır, buz dolabı gazı gibi sağlığa zararlı şeyler ihtiva etmezdi, gıdaların doğal ömrüne göre dayanılır özelliği vardı, hem taze hem de mevsimine göre sebzeleri yeme şansına sahip olurdun,

Cumhurbaşkanın Buzdolabını zenginlik ölçütü olarak gördüğünü beyan edince, birden bire o günlere döndüm, kuru bakliyattan sebzelere ve meyvelere, etten balığa, sütten peynire, hayvancılıktan tarıma kadar kendi kendimize üreten ve yeten bir ülkeydik,

Aslında çok zengindik, İnsanı, hayvanı börtü böceği sevme gibi, İnsan olabilme duygularımız çok fazlaydı, 5 ev ötesinde komşunun aç yattığı veya hasta olduğu için ekmeğin bölüşüldüğü, elektrik olmadığında mum ışığında kitapların okunduğu, küçük çocuklara komşuluk ilişkisinin, akrabalık ilişkileri gibi değerli olduğunun öğretildiği güzel günlerdi o günler,

Kimin hangi etnik kimliği taşıdığı, hangi mezhepte olduğu gibi ayrıştırıcı düşüncelere sahip değildi insanlar, ayrışmamış nesiller yetiştirilmemişti daha, şimdi ki siz siyasetçilerin ürettiği ayrıştırıcı politikalarda olduğu gibi, sizin anlayacağınız zenginlik para ile değil değerlerle olurdu...

KEŞKE AYNI PENCEREDEN BAKABİLSEYDİK...

30'lu yaşlardayken kol saatim 5000 liraydı. Bugün 52 yaşımdayım ve babamın 80 yıllık saatini kullanıyorum, 10 liraya almış. İkisi de aynı zamanı gösteriyor.

Yine 30'lu yaşlarımdayken ceylan derisinden cüzdanım vardı, 400 Dolara almıştım. Bugün 52 yaşımdayım, cüzdanım sıradan 30 liralık yapay deriden. İçine ne kadar para koyarsam koyayım bir fark yok, pazarda kimse cüzdana bakmıyor.

30'lu yaşlarımda tripleks bir villada oturuyordum. Bugün 1 oda 1 salonda yaşıyorum. Ve aynı yalnızlık var evin her köşesinde, tıpkı koca villada olduğu gibi.

30'lu yaşlarımda BMW arabam, motorsikletim vardı. Şimdi 52 yaşımdayken, onlarla gittiğim aynı yerlere otobüsle gidiyorum, hemen hemen aynı sürede ve yine hemen hemen aynı konforda.

Mutluluğu lükste, markada, pahallı tatminlerde yaşadığımı zannederdim. Şimdi mütevazi bir hayatta daha sakin ama huzurlu olduğumu fark ettim. Seçimleri 30'lu yaşlarımdakileri ölçü alarak yapanlarla, 52 yaşımdakileri ölçü alanlar arasında tek fark var; "son virajda hafızada kalacak olan, nefes mesafesi yaşanan sevgi ve tutku olacak. Elimi tuttuğunda kolumdaki saatin fiyatı ya da markası değil, hissettiğin güven, sıcaklık ve kalbindeki mutluluk kalacak."

Zaten yaşlanıyorum, anılarımda markalara değil, duygulara yetecek kadar enerji var.

Keşke aynı pencereden bakabilseydik...

HAKAN DENKER