İçinde doğru ve yanlış barındıran sözler/cümleler insanların ayrışma sebebi olur. Peki bu doğal halin sonucunda tartışma çıkar ve çatışmalar olursa nereden kaynaklanır bu, düşünmeye değer şeyler bunlar.

Sözün doğru tarafına tabi olanlar mı susmalı ve geri çekilmeli yoksa sözün yanlış kısmına ikna olmuş insanlar mı vazgeçmeli fikrinden? Dolayısıyla sadece içinde doğru barındıran bir söz insanları farklılaştırabilir yani gruplaştırabilir. Fakat orada bir durmak gerekir. İlla ki ikna olmak isteniyorsa dışarıdan, değişmez ve herkesin anlayabileceği örnekler gösterilmesi lazımdır, kanaatindeyim. Yani üçüncü şahsın, mevcut olgunun şahitliği gerekir. Sen kısa, o uzun diyorsa metreye ihtiyaç var demektir.

Herkes tuttuğu yerden ipi çekerse ortam gerginleşir. Kendine ait olanın haklılığını şehvetle savunur ve muhatabının fikrine saygısından ötürü bir yerde sınır deyip sesinin ayarını kaçırırsa gerim gerim gerilir ortalık. İpin ucunu biraz gevşetmek gerekir. Yani her iki taraf, "senin dediğin gibi de olabilir ama..." deyip cümleyi tamamlanmalıdır. Böylece ipi bırakmadan bir adım öne gelinmiş olur. Gerginlik kalkar, gönüller rahatlar bir nebze konuşulabilir. Bu arada gerilen ip değil, insanların duyguları düşünceleri sinirleridir.

Bunu çözmenin en güzel yolu içinde doğru barındıran sözlerin ihtilafı tetikleyebileceğini bilmek ve hoşgörü ile durumu toparlamak gerekir. Fikirler/düşünceler beyinde elini kolunu sallaya sallaya gezerken yönettiği bedeni de harekete geçirebilir. Fikirleri zihinde oturttuğumuz zaman bedenimizde sakinleşebilir ve insanlar arası şiddette engellenebilir sanırım.

Geçen gün de tahtaya yazdım ve öğrencilerimle sesli düşündük. Doğru sözün içindeki yanlış sözler mi yoksa yanlış sözlerin içindeki doğru söz mü insanı daha çok, daha çabuk aldatır.

Burada konuşurken ya da meseleyi düşünürken "aldanma" kelimesi üzerinde durmamız gerektiğini vurguladım. Eğer insan, bir eylemin sonunda ne ile muhatap olduğunu bilirse, eyleminin tanımını da rahatça yapar. Hakkında biraz daha ciddiyetle düşünür ve önemini kavrar kanaatim var. Adanmışlar ne olduğunu tanımlarken daha çok içinde bulunduğumuz psikolojinin yansımalarından öğreniriz. Belki de aldandığında bir insan, pişmanlık basar. Kendine kızar, aklının çalışmadığına hükmeder, intikam almak ister... Yani kısaca ruhumda kopan fırtınaları bilir, aldandığı zaman.

Aldanan insan duygulardan yola çıkarak fark eder. Söylenenin veya kendisine yapılanın doğru olmadığını bilir. Öyle söylenmiştir de böyle yapılmış olabilir. İşte bu aldanmışlık halidir.

Lakin dönülebilir, vazgeçilebilir, tedavisi olabilir bir adanmışlık ile dönülme imkanı olmayan, bitmiş bir aldanmışlık psikolojisi arasında fark vardır. O vakit pişmanlık duygusu bütün ağırlığıyla vicdanın üstüne çöker kalır.

Tüm bunları anlatırken aslında söylemek istediğim kelimeler kavramlar şunlardı. Sadece münafıklık yapmayalım ve cehennemi atılırken "keşke falan diye dost edinmeseydim" diyen kimsenin yürek yangını ortaya koymak.

Ayrıca "şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiştir" ayet-i kerimesinde gizlenmiş aldatılma pozisyonundan da bahsetmek gerekir. Nafile geçen bir ömür, yanlışlıklarla şekillenmiş bir hayat ve amel defterini sol elinden alarak noktalanmış bir vakit ya da dünya hayatı.... İnsan için ne büyük bir pişmanlık, ne büyük bir aldanmışlıktır. Doğru sözlerin arasındaki yalan daha çabuk aldatır insanları. O yüzden belki de Peygamber Efendimiz "Müslüman asla yalan söylemez" demektedir. Çünkü bizi aldatan bizden değildir demektedir.

Bilerek isteyerek aldanan insan olur mu, diye düşünmeye gerek yok. İnsanlar "Allah belamı versin! derken bile belayı talep edebiyorsa!" demek ki bile isteye aldanmayı de talep eden çok insan olabilir