Peki bir tebliğ bir uyarı ne zaman yapılır?

Beynimiz durdu mu? Bir davetin, bir tebliğin sınırları belirlenmiş bir vakti var mıdır?

Belli bir mekan söz konusu mudur?

Cevap, hayır. O uyarı duruma bağlı olarak bir anda gelişebilen bir vakitle sınırlıdır.

Peki bununla alakalı bir delil var mıdır kaynaklarımızda? Aklımıza meşhur hadis-i şerif gelmekte "Kim bir kötülük görürse..." devamını söylemeyelim, zaten tebliğ ne zaman yapılır sorusunun cevabı oluştu.

Neymiş?

Bir kötülüğün görüldüğü zamanmış. Yani birisinin yanlış ve hatalı davrandığı fark edildiği zaman.

Peki bu tebliğin farzları, vacipleri sünnetleri yani kuralları yok mu acaba?

Birinci ve en temel kural Allah rızası için yapılacak olması.

İkincisi, uyarı yapılacak insanın iyiliğinin istenildiğini hissettirilmesi.

Üçüncüsü ortama ve hale uygun bir tebliğ dilinin seçilmesi. Dördüncüsü sadece hatanın ortaya söylenmesi ve suçlayıcı bir dil kullanılmaması.

Bazen uyarının o ortamda yapılmasının doğru olmayacağını düşünmek ve uygun vaktin belirlenmesi bile tebliğin bir sürecidir. Uygun bir zaman, uygun bir ortam ve mükemmel bir dil ile anlatabilmeyi planlamak.

Namaz kılmak, oruç tutmak nasıl farz ise tebliğ etmek de bize Kur'an-ı Kerim'in yüklediği büyük vazifelerden bir farz. Biz tebliğ yaparken namaz kılmak gibi bir farzı ifa ediyoruz.

Muhatabın uyarımızı dikkate alıp almaması, o kötülüğü terk edip etmemesi bizi hiç ilgilendirmez. Tamam, bizim uyarımızla kötülüğü terketmesine seviniriz. Uyarılarımızı dikkate almaması bizi üzer ama sadece Allah'a havale ederiz.

Vaktin namazını eda etmenin gönül rahatlığı ile şartları yerine getirilmiş bir tebliğin ardındaki mutluluk aynıdır.

Birbirimizden sorumlu bir toplum olmak varken, sevinçlerimizi paylaşıp çoğaltmak üzüntülerimizi paylaşıp azaltmak varken biz kimseye karışmayalım kimse de bize karışmasın girdabındaki özgürlüğü ne yapalım?!

Konu milletimizin geleceği ile alakalıdır. O kadar değerli ve o kadar önemli bir konu ki kelimelerle anlatmam mümkün değil. Çünkü toplumların savrulduğu dönemlerde kainatın yaratıcısı Cenab-ı Allah insanların içinden en kıymetlisini seçip "peygamber" diye görevlendiriyor.

Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, nefisle harmanlayıp yarattığı eşref-i mahlukat kulunu cehennem ateşinde yakmak istemiyor.

O, hem kendi yüceliğini tanısın hem de insan olarak kendi değerini bilsin diye vahiy gönderiyor, peygamber görevlendiriyor. Artık uyarıcı bir peygamber gelmeyecek ama onların varisi olan alimlerle tebliğ ve davet ordusunun neferleri var.

Bu vazifeyi yapabilecek samimi gönüllü, pratik akıllı, sorumlu vicdan sahibi bir avuç insan hep var olacaktır.

Belki şöyle kapatmalıyız. Bir kötülük gördüğümüzde başımızı çevirip ya da gözümüzü kapatıp yok olmasını bekleyemeyiz.

Sorumsuz özgürlük ve bencil bireyselcilik, birbirinden habersiz fertlerin oluşturduğu toplumu içten çökerten bir virüs gibidir.