"Yarıyıl tatili geldi, geçiyor bile." Tatilin bitmesine yakın zaman söylenecek sözlerden biridir belki bu. Lakin "gelecek yakındır" diye veciz bir söz okumuştum. Ayrıca evimde 90 kusur yıllık bir çınar -babam- varken aynen yakin olarak duyduğum cümle şu: "Nerede geçti bu seksen yıl?" der ve su gibi akıp geçen zamanın farkında olmadığını vurgular.

"Boş zamanlarınızda ne yaparsınız?" sorusunun cevabını vermekte zorlanmalı insan. Zira boş zamanında kitap okuyorum diyenlere kıl kapıyorum. "Okuma eylemi" en kutsal eylemdir. Dünya ve ahirete yönelik bir kıymeti olmuyorsa okuduklarımızın, değil boş zaman en meşgul zamanlarımız bile boşa geçmiştir. İnsanlar dünya hayatının gaflet içinde tüketiyorsa vay hallerine.

Roman okuyarak geçirilen bir zaman değerlendirilmiş bir zaman mıdır?

Hangi açıdan baktığınıza göre değerlendirilecek bir soru ile muhatabız. Yaşını başını almış biri olarak düşünce ve deneme kitapları okuyamıyor iseniz üzülecek bir haliniz var sanırım. Ancak bir öğrenci gibi dönem ödevi veya performans ödevi olarak bir vazife icra ediyorsanız vaktinizi iyi değerlendirmiş denebilir.

Romanı nasıl değerli kılabiliriz?

Belki, bunun için roman denilen edebi türün tanımından başlayarak değerlendirelim. "Olmuş veya olabilecek olayların, sebep sonuç bağlantısı çerçevesinde zaman ve mekan tasvirleri içinde anlatan uzun yazılardır."

Yani, bir ayağı hayatın içinde diğeri yazarın zihninde şekillenen bir edebi türdür. Bir öğrenci romanı değerlendirirken romandaki olayın ne olduğunu fark etmeli. Yani yazar, bu eseri niçin yazdığı ve ne anlattığını bilmeli.

Kahramanlarını, gözleri ile görür gibi hatırlamalı ve hangisinin kiminle ne tür irtibatı olduğunu bilmeli. Bazı kahramanları sevmeli, onun yaptıklarını beğenmeli veya eleştirmeli. Kahramanlarının birbiri arasında münasebetleri ile kendisi ile kahramanları arasında bağlantılar kurmalıdır. Aslında bu söylediklerim normal şartlarda gerçekleşiyor.

Romanın dili hakkında bir şeyler de söyleyebilmelidir. Uzun, yani on beş yirmi kelimelik cümleler rahatsızlık verebilir. Sonunu okurken başında ne anlattığını unutmamalıyız. İnsan zihni doğru ve yerinde kullanılmamış ekleri çabuk fark eder.

Bir cümlede tüm yükü, "yüklem" çeker. Her şey o yüklemle bağlantılı olur. "Gitti" dediğinizde... "Kim?" derseniz özneyi aramış olursunuz. Hele hele bu öznenin göze batan birçok özellikleri tek tek zikredilmişse cümle uzar gider. Mesela "yakaladığını sıktığında bir anda koparıverecek iri ve kıllı kollarını sallaya sallaya yaklaşan adam..." cümlesinin okuyunca akıl gözünüzde canlanıverir "yeşil yol" filmindeki o dev adam.

Gitti dediğinizde... "Nereye gitti?" sorusuna da cevap ararsanız... "Nasıl gitti?" gibi daha birkaç sorunun cevabı da kendini hissettirir.

Anlatımı akıcı ve sade bir dil örgüsü içinde aktarılmış olaylar, romanı elimizden düşürmemizi engeller. Kültür dünyamıza, şahsiyetimize değer katan romanlardan öğreneceğimiz çok şey vardır. Derler ki psikanaliz uzmanı Freud, Rus yazar Dostoyevski'den bilinçaltı konusunda çok şey öğrenmişti.

Bendeniz ve bazı arkadaşlarımla genç zamanlarımızda okuduğumuz "Minyeli Abdullah" romanından otobüsleri durdurup namaz kılma çabalarını öğrendik ve uyguladık. Raif Cilasun'un "Haram Lokma" romanında, her halükarda haram lokma yememek ve evladına yedirmemek için girip çıkmadığı bir iş kalmayan kahramanın mezarı başında ağlayan evlatlığıyla ben de ağladım.

"Kırımlı Murat" kısa romanında Müslüman bir Mücahidin, Rambo gibi birçok işi tek başına yaptığını izledik ve gıpta ettik. "İmamın Öldürülüşü" romanında güney Afrika Kap Malayaları imamı, İmam Abdullar Harun'dan; "şehitler zamanı geldiğinde nasıl şehit olacağını gösterirler" sözünü duyduk ve kaburga kemiklerimizde kesik uçlu iğnelerle zulüm edildiğini hissettim. Ahmet Günbay'ın hidayet romanlarıyla hayatını değiştirenlere şahit olduk vesselam.

Hayatımız roman olmasa da romanlardan etkilendiğimiz noktalar da var. Etkileşime açık insan için iyi romanlar işe yarar diyorum.

.