Toprak bedeni, tarih ruhu temsil eder. Bedenimize sahip çıktık lakin tanzimattan bu yana ruhumuzu üç paraya batıya sattık. Yüzyıllardır İslam'ın aydınlık bilgeliğinde yetmişiki milleti bir arada tutan o ruh gitti ve olanlar oldu. Seküler yaşam biçimini zorla dayatmaya kalkanlar bir nebze olsun başardılar. Belki Kurtuluş savaşı ile elimizde kalan bir avuç toprağımızı kurtarabildik lakin ruhumuzu, irfanımızı, hikmeti kaybettik.

Bu bağlamda günümüz modern kadınını inşa eden bu yakın tarihi süreç evrile evrile kadının tanrılaştırılması ve merkezileştirilmesi hareketleriyle, erkeğiyle cedelleşme sürecine girmişti. Erkeğin kadından güçlü olması kendini hep haklı olduğu vehmine kaptırdı ki güçlünün zayıfı ezdiği, adaletin tesis edilemediği bir sosyolojide ilerlemeye başladı. Bu diğer marjinal uca sürüklenen kadının yegane haklılığı ifratına, yani feministleşme rüzgarına kaptırdı.

Şimdiki hükümetinde bu ifrat üzerinden geliştirdiği yanlış kadın ve aile politikaları ile kadını daha çok iş hayatına çekip kocaya olan maddi bağımlılığını gidermek, kadına şiddeti, kazandığı ekonomik özgürlük ile minimize etmek kaygısıyla pozitif ayrımcılık yasaları getirdi. Böylece aileyi ikinci plana atmak, çocuğu kreşlere mecbur etmek, kocayı yalnızlaştırmak sorunsallarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Bu hükümet farkında olarak ya da olmayarak aile denen mefhumun içini boşaltmış, karı koca arasında ki muhabbeti, ülfeti bitirmiş oldu. Kaş yapayım derken göz çıkardı. Kadını, kutsal diye nitelendirdiğimiz analıktan soğuttu, kişiliğini pasifize edip dişileştirdi. Ona çalışma hayatını kolaylaştıran yeni yasalar hazırlayarak pozitif ayrımcılık tanıyan bu feminist ifratçı zihniyet, onu kocasına, çocuğuna hizmette yorgun ama patronunun emrine amade bireyler haline getirdi.

Oysa istenen elbette erkeğinin kölesi olmuş bir kadın değil, adaletle birbirlerine eş olan, birbirlerinin eksiğini kapatan, birbirine örtü olan, çift vücutta tek, kesrette vahdet olan eşler, aileler imar etmekti. "Aile toplumun en küçük yapı taşıdır" diye öğretirlerdi bize okulda. Şimdi bakıyorum etrafımda evli arkadaşlardan çok boşanmış dul arkadaşlar var. Aileler parçalanıyor. En küçük yapı taşı parçalanan toplum ne kadar ayakta kalacak sizce..!? Toprağını muhafaza edip tarihini muhafaza edemeyen bu ülke şimdilerde toplumunu da muhafaza edememe sorunsalıyla karşı karşıya.Bu toplumun sosyolojisine yabancı, batı tandanslı feminist kafalar korkarım ki kısa zamanda aile olma fikrini de parçlayıp yok etmeyi başaracaklar. Bu politikaları düşman yapmadı. Bizim seçip gönderdiğimiz iktidarlar yaptı.

Sabra Davet Eden Hakikat adlı eserinde Abdurrahman Arslan der ki, "Aile yapısal olarak her türlü anlamda insan için güvenlik üreten ve güvenlik sağlayan bir "dünya" olma hususiyetine sahiptir." Biz bu dünyayı yok etmeye başladık. Artık insanlar için güvenlik üretemiyor, ekonomik özgürlük ile birlikte ortaya çıkan matruşka bebekleri gibi bir hokkabazlıkla birbiri ile içkin, bireyselleşme, egoistleşme ardından sevgisizlik, şiddet, öfke ve sonunda da parçalanma üretiyor.

Evet kadın ekonomik olarak elbette rahat olmalı ama bunu kocasının kazancı üzerinden sağlasanız ne olur? Vergileri düşürseniz mesela. Kendi harcamalarınızda tasarrufa gidip asgari ücreti daha insani rakamlara çekseniz de erkek evine daha çok ekmek, huzur, konfor götürse ve böylece aileleri parçalanmaktan kurtarsanız... Unutmayın hepimiz bu gemideyiz. Korkarım ki eğer bir şeyler yapmazsanız bu gidişle filikalara binip kaçan binlerce yolcu ile karşı karşıya kalacak, geminin batışını büyük bir nedametle seyredeceksiniz ama iş işten geçmiş olacak.. Aklınızı başınıza devşirin...