"-Beşiktaş'ı tutanlar ellerin kaldırsınlar..."

"-Şimdi de Galatasaray'ı tutanlar el kaldırsın, bakalım..."

"- Tamam, siz indirin parmaklarınızı, şimdi de çok laf dokunduruyorlar ama Fenerbahçeliler de ellerini kaldırsın..."

Parmağını kaldırıp sağa sola şaşkın şaşkın bakan liseli genç hangi ara bu konuya gelindiğini anlayamadı. Sınıfı önünde dimdik duran kır saçlı öğretmen, "peygamberimizin doğum haftası sebebiyle biraz ondan bahsedelim" dediği zaman delikanlı önündeki bitmemiş ödevlerin son satırlarını yazıyordu.

İlgi duyduğu bir alanda muhabbet etmek çok hoşuna gitmişti. Futbol en çok sevdiği şeydi. Tuttuğu takımın ilk on birini su gibi sayabiliyor, takımın başkanından antrenörüne kadar her şeyini biliyordu. Bu konuda sınıfta birkaç kişi kendisiyle yarışabilirdi.

Ancak dersin başında "peygamberler ne zaman kavimlerine gönderildi?" "peygamberler niçin gönderilir?" sorularını cevaplamaya çalışalım gibi cümlelerini duymuştu. Biliyordu ama cevaplamak istemedi. Başkaları cevap verirdi nasıl olsa....

"Bu hafta peygamberimiz (sav)'in dünyaya gelişini anacağız ve bu vesile ile O'nu (sav)'i anlamaya gayret edeceğiz. Tuttuğunuz takımları niçin sordum biliyor musunuz? Küçücük bir empati kurmak için ..." gibi cümlelerle açıklamaya devam etmişti kır saçlı.

Liseli delikanlı nasıl empati kuracağını merak etmişti. Fakat beklemeye gerek kalmadan meseleyi kavradı. Çünkü sınıfın ortasına pimi çekilmiş soru patlamıştı. "Herkes tuttuğu takımı değiştirsin. Fenerbahçeliler Beşiktaşlı olsun, Beşiktaşlılar da Galatasaraylı olsun." Ya hocam olmaz, mümkün değil. Sonra bize dönek derler." Tam bu esnada kır saçlı, topuğu üzerinde dönüverdi. "Bak ben de döndüm kim bana dönek diyecektir. Dese ne olur evet, döndüm, ne var bunda. Takım tutmanın ne anlamı var. Sadece bir kabul edişi ve arkadaşlara beyan ediş var. Şimdi tekrar kanaatinin değiştiğini beyan edersin" diye ikna etmek istedi.

Futbol takımında oynamanın veya seyretmenin bir heyecanı var ama takım tutmanın ne anlamı var. Şimdi sizlere diller döksem, yalvarsam takımınızı değiştirin desem" kaç kişi bunu yapabilir. "Hocam, çok zor, kimse tuttuğu takımı değiştirmez" diyecekseniz. Peygamberlerin işinin ne kadar zor olduğunu anlamanız gerekiyor.

"Her taraf putlarla dolu, putlara kurban kesiyorlar, putların içinde bir ruh olduğuna ve Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanıyorlar. Tanrılarını Kabe'nin içinde her gün görüyorlar. Adamlar nasıl insansınlar görünmeyen bir tek ilaha." Evet, inanması güç diyorsanız... Öyle kolayca Ebu Bekir, müslüman oldu, Ali müslüman oldu, Ömer müslüman oldu demeyin. Biraz düşünün ve bu değişimi yapmanın ne kadar zor olduğunu anlamaya çalışın.

Hele de o toplumda tek başına meydana çıkıp insanların dinini değiştirmeye davet etmeye çağırmak. Bu çağrının anne evlatlarından babaları oğullarından ayırıp peygambere inanmaya yöneltiyorsa, kolay kabul edilebilecek bir şey değildir bu. Alayla başlayan süreç hakarete dönüşecek oradan şiddete evirilecek hatta işkenceler ve ortadan kaldırma çabaları.

Bir sahabe Efendimize(sav) geldi ve "seni çok seviyorum Ya Rasulullah(sav)" dediğinde "belalara hazır ol" demiştir. O günlerde İslam'ı seçmek hayatında oynamak anlamına geliyordu.

Ebu Talip sizin "takım değiştirme korkunuz" gibi bir korku yaşadı. "Mekke'nin kadınları ölümden korktu da din değiştirdi" derler diye ebedi bir mutluluğu kaçırdı.

Liseli delikanlı tuttuğu takımın o kadar değer verilecek bir şey olmadığını anlamaya başlamıştı. Beşiktaş'ı tutmanın, Fenerbahçeli olmanın, Galatasaray'ı sevmenin kendisine pek büyük faydaları yoktu.

Doğumun kutladığı Peygamber Efendimizi (sav)'in büyüklüğünü kavramaya başlamıştı. Yeni Müslüman olan birinin bir sürü davranış değişikliğini ve yapmakla sorumlu olduğu ibadetleri düşündü. İbadet nedir? Bilmeyenlere sabah namazından zekatına kadar bir çok ibadete nasıl alıştıracaktı?

Zalimlerin her türlü zulmüne göğüs gererek Rabbinden aldığı İslam'ı olduğu gibi bize aktardığı için ona bir kez daha minnettar oldu ve dudaklarından ona binlerce selat ü selam yolladı.