Müminler olarak inanıyoruz ki kainattaki her şeyi yoktan var eden yüce Allah'tır. Allah, yarattığı mevcudat arasında Sünnetullah/Allah'ın kevni kanunları diye tabir ettiğimiz bir sebep-müsebbep münasebetini kurmuş ve biz kullarından bir müsebbebi elde etmek için sebeplere tevessül etmemizi emretmiştir. Bizler de sünnetullah gereğince esbaba tevessül ederek müsebbebata talip oluruz. Yüce Allah da bizlere müsebbebi dilerse nasip eder ve biz onu elde ederiz. Mesela; yüce Allah rızkımızı aramamızı emretmiştir. Bizler de çift sürer, tohum ekeriz. Gerekirse sulama da yaparız. Zira sünnetullah'a göre toprak, su ve tohum buluşmadıkça ziraat olmayacak ve biz buğdaya eremeyeceğiz. Biz bu esbaba tevessül edince Allah da Rezzak ism-i hüsna'sı gereğince, dilerse daneyi yeşertir ve bize rızık olarak buğdayı nasip eder. Ya da dilerse esbabı devre dışı bırakır da bizi mahrum bırakır. Hastalık ve ilaçla tedavi olmak da aynı kurala tabidir. Yarattığı hastalığa yine kendi yarattığı bir ilacı şifa için sebep kılmıştır. Şafi ismi muktezasınca şifayı ise sadece O verir. O dilemezse ne kadar ilaç kullansa da hasta şifa bulamaz. Bilim insanlarının yapabildiği tek şey Allah'ın kainatta yarattığı sünneti/kanunu keşfetmekten ibarettir. Bütün Esma ı Hüsna'nın tecellilerini bu şekilde temaşa ediyor ve yaşıyoruz. Ancak esbab dairesine kendimizi fazla kaptırıp müsebbibu'l-esbab'tan gafil kalmamalıyız. Mevcudat ve Sünnetullah, Kadir-i Mutlak olan Rabbimizin tasarrufu önünde bir hicap/perdeye dönüşmemelidir.

Evet, fiziki alemde bütün bir mevcudat olarak "Fiziki Sünnetullah"a tabi olduğumuz gibi insanlık alemi olarak da " Sosyal Sünntullah"a tabiyiz. Şöyle ki; bir mümin olarak iman ediyoruz ki hem ferdi hem insanlık olarak sahip olduğumuz bütün nimetler rabbimizin imtihan için bizlere ikramı ve lütfüdür. Ferdi ve/ya toplum olarak ya bu nimetlere karşı şükredecek, nimet vereni tanıyacak, emir ve yasaklarına riayet edeceğiz ki bu durumda bizlere nimetini artıracağını vaat etmiştir. Ya da verdiği nimetlere karşı nankörlük edecek, O'nu tanımayacak, O'na itaat etmeyeceğiz ki bu durumda da bizleri er veya geç cezalandıracağını dair inzar etmiştir. Yüce Allah şükredenlere müjde ve nankörlük yapanlara ceza vaadini müteaddit seferler icra ettiğini de Kur'an ve Sünnet'te haber vermiştir.

İçinde yaşadığımız çağa baktığımızda hem ümmet hem insanlık olarak rabbimizin sayılmayacak nimetleri içinde yüzdüğümüzü müşahede ediyoruz. Ancak hem ümmet hem insanlık alemi olarak bu nimetlerin şükrünü eda etmek yerine verdiği nimetlerle Allah'a isyan ve küfürde sınır tanımaz bir halde nankörlük yaptığımız ortadadır. İçki, kumar, fuhuş, faiz, zulüm, savaş, talan, ateizm, deizm... vs. gibi her biri tek başına ilahi cezayı gerektirecek nice nankörlük tezahürleri ortadadır.

Tabii ki fizik alemindeki sünnetullah Allah'ın iradesine bağlı olduğu gibi sosyal sahadaki sünnetullah da O'nun iradesine bağlıdır. Bu gün ümmet ve insanlık olarak müsebbeb olan ilahi ceza için her türlü sebebe tevessül ettiğimize göre Allah'ın ceza vermesi için hiçbir engel yok demektir. İşte; deprem, sel, kasırga vb. doğal afet diye isimlendirilen olaylar gibi virüs salgınını da nimetlerle azan tüm insanlık için ilahi bir ceza olduğuna inanıyorum.

Ancak şu noktaya dikkat etmek gerekir. Bu tür afetleri tahlil ederken, esbab ve fiziki alemdeki Sünnetullah'ın maverasındaki kudreti perdelememesi gerektiği gibi, Sosyal alemdeki sünnetullah'a nazarlarımızı hasredip esbaba tevessül etmeyi ve tedbir almayı da ihmal etmemeliyiz. Bir başka ifadeyle bu iki sünnetullah'tan birine temerküz edip diğerini ıskalamak gibi ifrat ve tefritten uzak, mutedil bir nazara sahip olmalıyız.

Binaen aleyh bu tür durumlarda; fizik aleminde nerede hata yaptığımıza bakmalı, takatimiz yettiği kadar tedbirlerimizi almalı, esbaba sonuna kadar tevessül etmeli, ama neticeyi halk etmesi için Rabbimize yalvarmalıyız.

Aynı anda ferdi ve toplumsal olarak Rabbimize karşı nerede hata yapıp bu cezaya maruz kaldığımızın da muhasebesini yapmalı, nasuh bir şekilde tevbe etmeli, nankörlük girdabından şükür limanına sığınmalıyız.Evet bu gün bu virüse karşı bir taraftan karantina, hijyen kuralları, dezenfekte vs. tedbirleri elbette ki en iyi şekilde yaparken diğer taraftan insanlık olarak rabbimize karşı hangi yanlışları yaptığımızın muhasebesini yapmak zorundayız.

Özellikle biz ümmet olarak hangi suçları işledik ki Rabbimiz bizleri sadece virüsle cezalandırmakla kalmamış; tarihte hiç yapmadığı bir suretle, kapısından, dergahından dahi bizleri kovmuştur. Bize ne kadar gazap etmiştir ki Kabe'yi Muazzama'ya bizleri kabul etmiyor. Her biri Ka'be'nin birer şubesi olan mescitlerde bir araya gelip secde etmekten ve kendisine yalvarmaktan bizleri men ediyor. Habib-i Kibriya'nın huzurunda selam durup O'nu şefaatçi yapıp dua etmekten alıkoymak için önümüze set çekiyor. Yani bizleri evine/evlerine kabul etmediğine göre bizlere çok gazap etmiş olmalı. Bu da tarihte hiç olmadığı kadar O'na karşı nankörlük ve isyan ettiğimizin apaçık delilidir. Evet Ka'be ve mescitlerden men edilmemizin insan kararıyla olması bizi maverasındaki hakikati idrak etmekten alıkoymamalıdır.

Madem hakikat budur. Haydi ümmet olarak hep beraber fizik alemindeki tedbirlerimizden en ufak bir taviz vermeden gelin şahsi ve toplumsal olarak bir nefis muhasebesi yapalım. Rabbimize dönelim. Gözyaşları içinde günahlarımıza tevbe edelim. Aramızdaki bir takım sefihler yüzünden bizi helak etmemesi için tazarru içinde O'na yakaralım. Küfürden imana, isyandan itaate, nankörlükten şükre, zulümden adalete... dönelim. Kuvvetli bir surette silkelenelim ki Rabbimiz bizlere rahmet eylesin, üzerimizdeki azabını kaldırsın, evine ve huzuruna kabul etsin ve üzerimizdeki nimetlerini ziyade eylesin... bütün bunlar O'nun için zor değildir...

Rabbimizin o günleri görmemizi nasip etmesi dileğiyle... M.Tayyip ELÇİ