Akbıyık Sultan Ahmed Şemseddin Efendi, ileri yaşlarda olmasına rağmen 1453 Yılında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından gerçekleştirilen İstanbul'un fethine, müritleri ile birlikte iştirak etmiştir.

Bu sebepten İstanbul' da Sultanahmet-Cankurtaran semtinde Akbıyık Sultan Ahmed Şemseddin Efendi adına bir mahalle kurulmuş ve bir de mescid inşa edilmiştir. Söz konusu, mescid günümüze kadar gelmiştir. Burada da İnegöl-Tekke Köyü'nde olduğu gibi Akbıyık Sultan adına yapılmış bir hatıra mezarı, göze çarpmaktadır.

Fetih sonrasında Orhan Gazi ve Turgut Alp himayesinde İnegöl coğrafyasına "Babi Geleneği", hakim olmuş ise de Hüdavendiğar Sultan I. Murad devrinde -Ankara Ahilerinin Osmanlı Devleti'ne ; ikinci defa bağlanması vesilesi ile İnegöl coğrafyasına "Akbıyık Sultan Ahmed Şemseddin Efendi" aracılığı ile "Ahi Geleneği" de intikal eylemiştir.

Bu tasavvufi geleneklerden "Babi Geleneği", İnegöl fatihi Turgut Alp himayesinde Geyikli Baba- Abdal Murad-Abdal Musa ve Doğlu Baba çizgisinde batıya doğru ilerleyerek Bursa Ulu Camii istikametinde yol almıştır .

Diğer taraftan Hüdavendiğar Sultan I. Murad ile Bursa Bey sarayı Nazırı ve Ankara fatihi Aksunğur himayesinde İnegöl coğrafyasına intikal eden "Ahi Geleneği" de Akbıyık Sultan Ahmed Şemseddin Efendi çizgisinde batıya doğru ilerlemiş ve Kestel / Ahi Karyesi üzerinden Bursa-Ulu Camii istikametinde yol almıştır.

Hatırlanacğı üzere ; bu iki tasavvufi akımın Anadolu coğrafyasında ortak merkezleri , Kırşehir coğrafyasıdır. Anadolu Selçukluları döneminde "Babi Geleneği"nin temsilcileri, Baba İshak ve Baba İlyas'tır. Bu gelenek, Kütahya-Germiyan Oğulları Beyliği üzerinden Domaniç ve Uludağ silsilesini izleyerek İnegöl ve Bursa coğrafyasına intikal eylemiştir.

"Ahi Geleneği"nin Anadolu coğrafyasında ve Kırşehir merkezindeki ilk temsilcisi, Ahi Evran'dır. Bu tasavvufi gelenek de AnkaraSultanönü / Eskişehir-Cebel-i Kırş ve Kestel İlçesi'ni izleyerek İnegöl ve Bursa coğrafyasına intikal eylemiştir. Bu iki tasavvufi gelenekten "Babi Gelenği" ne bağlı olanlar, kırsal hayatı tercih ederek şehir ve kasaba yaşantısından uzak kalmayı tercih etmişlerdir.

Geyikli Baba, Abdal Murad, Abdal Musa ve Doğlu Baba örneklerinde görüldüğü üzere; Uludağ'ın eteklerinde Bizans devrinden kalan manastır ve benzeri yapılarda yaşamayı ve sahip oldukları küçükbaş hayvan sürülerinden elde ettikleri ürünler ile de geçinme yolunu seçmişlerdir. Ziraat ve tarıma pek ilgi duymamışlardır.

Buna karşın "Ahi Geleneği" ni benimsemiş olanlar, şehir ve kasabalara yerleşmeyi esas almışlar ve hayvanlardan elde edilen-başta derileri olmak üzere- diğer ürünleri işleyerek değerlendirmeyi ve tabakhaneler kurarak debbağlık mesleğini ortaya koymuşlardır.

Bu arada ziraat ve tahıl üretimine de yönelmişlerdir. Ankara'da Hacı Bayram-ı Veli ve müritlerinin yaşantısında bunu gördüğümüz gibi İnegöl coğrafyasında da Akbıyık Sultan Ahmed Şemseddin Efendi ve müritlerinin yaşantısında da bu durumu, açık seçik aynen görmekteyiz. Bir sonraki bölümde görüleceği üzere; Yıldırım Beyazıt (1389-1402) devrinde her iki tasavvufi gelenekte bazı gelişmeler, görülecektir.

RECEP AKAKUŞ HOCANIN ESERİNDEN

DÜZENLEYİP YAYINA HAZIRLAYAN

AYHAN BAYRAKTAR