Susmak bir peygamberi erdem... Zahire yüz çevirme... Bir başka göz açılsın diyerek gözlerini kapamak... Harfsiz ve savtsız duyuşlara bir kulak aşinalığı elde edebilme ümidi... Rabbe boyun eğmek... Acz ve mahviyetinden gayri bir kıymeti, kalbin kabul etmeme hali. Eşyanın kesif soğukluğundan doğma akıl ile elde edilen bilme halinden; "sen bilirsin ilahi!" diye sığınmanın mutmainliği...

Yoksa ciğerlerimizden titreşerek çıkan havanın, sese dönüşmesini engellemek sanma, susmayı... Nefessiz konuşan bir kalbin sesini duyan kulaklarının olmadığına, kendi kendini şahid kılarsın da ruhun duymaz. Duydun mu? Bak yine duyuş... Zannetmeki sesten müteşekkil bu titreşimler aleminden mahrumiyetdir susmak! Aksine duymanın yolunu bulmak ve açmak...

İçerisi çağıl çağıl... Yanardağ misali köpürmede, volkanlar kaynamadayken dudakları birbirine bitiştirip söz söylememeyi, susmak zannetme a gafil ! İşte bu en çok benliğin konuşmasıdır. O yüzden, ''Komşusunun hocadan eşşek istediğini ve hocanın evde eşşek yok dediğinde ahırdan sesinin gelmesiyle beraber; ''İlahi komşu, bana mı inanıyorsun ahırdaki eşeğe mi?'' Sözünü hatırla !

Sustur ey yolcu, tabiat yularıyla kimliğinin ahırına bağladığın, kibir ve ucb yemiyle besleyip semirttiğin benlik karakaçanının naralarını... Bir savaşçıya olsa olsa bir küheylan saklamak düşer, kendi vicdanının harasında. Sen uyuz eşşek ile cihad meydanlarında salınan bir yiğide rastgeldin mi? Sakın ola dört ayağı var deyu, azim eğerini vurmaya kalkma, küheyhan görünümlü enaniyet merkebine. Yiğit er meydanında bellolur gülüm ! Yiğidin bineği ise yiğitle beraber anılır.

''Susmak sözü nadasa bırakmaktır'' diye söylemiş bir yazar. Ef'ali-hasene danesinin ele giresi bir harmandaki rençber ne kutlu bir rençber ola. Söz hakiki manası ile ilmin eyleme dönüşmüş hali olmalı. Zira biz bir şeyin olmasını murad ettiğimizde O şeye ol deriz O da oluverir'' ayetinden anladığım, ol'andan önce sözün varlığı. Olan olduktan sonra söz eylemde sukuta ermiş.

Sukut ise düşme, yukarıdan aşağıya inme anlamına geliyormuş lügatte. Yineleyeceğim belki ama lügat-i suriye göre; Egosunun fildişi kulesinden Rabbine ok atacak cüreti bulan çağın Firavun'u olma tehlikemiz, benliğimizi yüceltmemizle paraleldir. İşte bu manaya göre benlik kulesinden düşmek ,işin zahiri kısmına bakıp merdivenden yuvarlanmak, minareden düşmek gibi anlaşılsada değil azizim değil !

Görünürde kendini ifade edince yukarı çıktığını zanneden dili çözülmüş ile sukutun nabzını elinde tutan dünyadan düşmüşün hali hiçbir olur mu?

Cenab şehabettin'in deyimiyle; " Beşikten etti kıyam, etmek üzre kabre suk?t"

Şimdi düşmek anlamını bir daha düşün. Bizim için asıl hayat kabre girince başlar. İşte o yüzdendir ki, sukutu düşmek ile asıl bahasından düşürmek bizim eylemimiz olmamalı.

Sen Hayat diyorsun a gülüm ben ölüm.

Düşür bizi üstad, azad et kelimelerle anlamak hapsinden idraklerimizi;

''İki yıldız arası göğe asılı hamak...

Uyku, uyku... Zamansız ve mekansız, uyumak.

Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;

Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.

İlgisizlik, herşeyden kesilmiş ilgisizlik;

Bilmeyiş ki, en büyük ilme denk bilgisizlik.

Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden;

Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden!''