Seçime iki gün kalmıştı artık... Kime oy vereceğini kararlaştırmıştı. Lakin son bir kez daha adayların vaatlerini titizlikle dinlemek istiyordu. Meydanlarda konuşurken söylenen sözleri, televizyon ekranlarında sarfedilen kelimeleri tek tek zihin terazisindeki yerine yerleştirdi.
Liderlerin konuşma tarzından, şahsiyetlerinden, satır aralarında söylemek istediklerindem hep bir şeyler yorumlamaya çalışıyordu. Çünkü "biz şehrimizi yönetecek insanları, şehre hizmet getirecek başkanları seçeceğiz, diyordu.
"Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz" sözünü dikkate alarak kimin, nasıl iş tuttuğunu görüyordu. Kimin hangi niyetle, birlikte olduğunu görmemek için ancak kör olmak gerektiğini düşündü. Olumsuzlukların, kusurların,eksiklerin karşı tarafta çok olduğu tezi üzerinden oy rengini belirlemek istemiyordu.
Bizi heyecanlandıracak, millete hizmet sunacak projelerin isimlerini duydukça mutlu oluyordu. Mevcut başkanın tasfiyesi ve sadece bir kesime kaybettirmek istemek iyi bir proje değildi. Demokratik gücü, önemli görmediği o bir oy'daydı artık.
Bir seçmen olarak alt komşumuzu tanımazken şehri emanet edeceğimiz belediye başkanları mahalle mahalle sokak sokak proje üretmiş olduğunu fark ediyordu.
Sokakların dili, gönüllerin dili, sağlam kafaların dili hep aynı istikameti gösteriyorsa verilecek oy insanı tatmin ederdi bireysel planda. Bunun farkındaydı. Verdiği oy umutsuzca ise sandık başına gitmeye bile gerek görmeden sağa sola fırlatabilirdi. "Hayır, benim boyum çok değerli,her türlü araştırmayı yaptım, sarraf terazilerinde kanaatlerimi tarttım, memleket için, milletimiz için hayırlısı, diye oyunun rengini belli edecekti. Pazar akşamı ekranlara yansıyacak demokratik sonuçlardan razı olacaktı.
Kürsülerde partilerini temsil eden konuşmacıların sözlerini tarttıktan sonra çalışma gayreti ve hacimlerine de bakmak gerekirdi. Birileri yaparmış gibi görünürken diğerleri de her şeyin hakkını hakkıyla verebilen bir gayret içinde olduğunu görmüştü.
Lafı çok uzatmanın bir gereği yoktu. Zira seçime oldukça az bir zaman kalmıştı. Meydanlarda ve medyada itici cümleler kuran insanların arasından seçim yapmıyordu. Hakkı hakikati söyleyebilen insanları fark etmek zorundaydı. Sözünün eri, cesur, kararlı, kendinden emin insanların peşinden gitmeliydi.
Liderlik vasıflarını üzerinde taşıyan, milletin geleceğine ışık saçan, büyük projelere imza atan kişilerin ardından gitmeli ve onları desteklemeliydi.
Seçim zamanlarının sert söylemlerini sonraki zamanlar içinde beyefendice söylenmiş sözleri bırakacağını biliyordu. Bir futbol sahasında olabilecek sertlikler bu meydanlarda da görülmekteydi. Futbolcuların birbirine sert girişleri kadar siyasetçilerin de birbirlerine sert söylemleri olabilir, demeye gerek yoktu zaten öyle olduğunu herkesle birlikte biliyordu. Fakat inşa eden, milletin ve devletin önünü açan, çağın şartlarından geride kalmamış, ufku ufuklar ötesi olabilen insanları önünde görmek, başında bilmek istiyordu.
Sevdiğinin kusurlarını görmezden gelerek, nefret ettiklerinin kusurlarını sıralamanın bir anlamı yoktu. Hayır, vardır. Zira insanlardan bazıları oylarını bu şekilde belirliyorlardı. Sevmediklerini kusurlarını sıralıyorlar; sevdiklerinin varsa faziletlerini... Sonra da işte benim aklım böyle güzel şeyler yapabiliyor, şeklinde bir kanaate varıyorlardı.
Seçmek önemli. İyisini ve doğrusunu seçmek daha önemliydi. Milli olanı, dini hassasiyeti olanı ve istikbali olanı seçmek gerektiğini cümle alem bilmekteydi. Pazar günü yapılacak seçim geleceğe derin bir yatırım olacaktı. "Öyle sandık" deyip içi dolduracak bir kutu değildi seçim sandığı... Son seçmen tüm bunların farkındaydı ve saat 16.58 de sarı zarfı bırakacağını hayal etti.