İkra Kitapçısında üç beş bardak çay içerken gözlerimiz "yasak kitap" denilen ne vardır diye rafları arz-ı endam ediyordu. Delikanlılara yasak kitap deyince insanda oluşan psikolojiden bahsetmenin anlamsız olduğunu anladım. Zira üniversitede okuyunca ufukları açılmış.

Kıtlama çay içemediğimi söylemeliyim. Gençler yanımda kitaplar çevremde "Allah'ım ben cennet miyim?" muhabbetin dibine vuruyoruz. Onların bana gösterecekleri ne kadar çok şey var, ben iki gün zarfında etrafı dağlarla çevrili tarih kokan şehri karış karış dolaşmak istiyorum.

Kitapçıdan çıktık kebapçıya girdirdik demeyeceğim. Çağ Kebabı için tüm öğrencilerimiz toplamak lazım. Semih, Enes, Saliha, Ramazan, Semih ile bir masanın etrafında çağ kebabı dişlemek için ertesi günü beklemek zorundayız. Elif, İnegöl'e dönmüş o olamayacak, Erzincan'dan gelecek öğrencimiz de olmayacak. Ancak Merve ile Tuğba yemeğin sonuna yetişecekler.

Hemen tarihin tozu sinmiş merkezi gezmeye başlıyoruz. Modern yapıların arasında kendilerine açılmış meydanın ortasında dikilen Yakutiye Medresesi önünde sabitliyoruz manzarayı. Başımıza kaldırıp bakmaya gerek yok, şöyle bir çevirdiğiniz zaman Saltuklar'dan kalma, o dönemin mimarisiyle biçimlenmiş, kurşun kaplamalı kubbeleriyle camiler. Kimi restorasyonda kimi daha yeni ıslah edilmiş.

Akıyoruz ara yollardan tarihinin bağrına. Kaleye çıkalım diyoruz ama kapalı. Arkasındaki Kurşunlu medresesine uğruyoruz. Kadim dostum Şahin Aktaş burada kalmış üniversite yıllarında. İbrahim Sezer hocamızı daha uçaktan inerken aramışım selam söyleyeceğiniz kimse var mı diye. Zira o da İlahiyatı orada okumuş.

Çifte Minare, Ulu cami yan yana. Civarında üniversite gençlerinin oturup vakit öldüreceği otantik mekanlar. Çifte minare açık değil beş yıldır tamiratta. Ardında kümbetler üç dört tane. Sanki dağların biçimini almış huni şekli. Krallar yok içinde ancak hanlar hakanlar, eşleri veya çocukları var muhakkak.

Fotoğraflar çekilmezse olmaz tabii. Flaşlar patlıyor, hatıra sandıklarına ısmarlanıyor sabitlemiş pozlar. Akşam namazını kılmak için soğuk sularında abdest aldık Erzurum'un. Ardından Kilis'te tanıştığım Cemil Hoca ve Dayısı tarafından ağırlanıyoruz. Masada beklerken Mavi Marmara gazisi olan dayımız da bir şeyler dinlemek istiyoruz. Kendisi dönüm noktası olan o müthiş yolculuğu küçümser kelimeler söyleyince kendisinin asıl mücadeleyi Filistin'de Gazze'de nöbet tuttuğunu, yaralandığını anlattı.

Ardından Erzurum'un tarihini geldi. Erzurum Kongresi, Mustafa Kemal, Şalcı Bacı gibi isimler uçuştu masanın üzerinde. Yakın tarihinde yapılanları anlattıktan sonra Erzurum halkı devletçidir, devletini sever dedi.

Erzurum un'un has şivesini onun dilinden dinledik ama yetmedi. İnsanın dinlemesini kesmiyor o tatlı ve renkli muhabbet yemeklerin tadından daha lezzetli idi.

Yatsı namazı için Murat Paşa camiine geçtik. İmam Efendinin kıraati daha ilk rekatta sarstı. O ne tatlı bir name idi. O ne güzel bir makam icrası idi. Namaz bitti, aşrı şerifi hemen telefona kaydettim. Bir akşam sonra yine o camideydik ama o ses mihrapta değildi. Şimdi vakit buldukça dinlerim ve dinletirim o mükemmel okuyuşu.

Cumartesi öğle yemeğinde kebabın etrafındaydık. Bir şiş, iki şiş ... Beş şiş ve hakikaten şişdik. Olacağı buydu. Sonra gurbet elde öğrencilerimle bir lezzeti damaklarımdan mideme gönderme büyük bir zevkti. Gelsin çayları etrafına saçılmış

Daha tabyalar ve Abdurrahman Gazi türbesi ziyaretleri var ama onlarda yarına...