Zalim Siyonist İsrail'in Mescid-i Aksa'da müslümanlara yapacakları zulmün son hazırlıklarını yaptığı gecede Memleketin bir köşesinde muhabbet yapan gençlerin ak saçlı adamdan duyduklarından ibarettir bu yazı.

"Bugün Kadir gecesinin arefesidir. Asırlar Öncesine gidip bir düşünelim şu an Peygamber Efendimiz nerede ve ne yapıyordu? Hatırladınız değil mi? Hira mağarasında derin tefekkür alemlerindeydi. Henüz Cebrail (as) gelmemiş. Bir gece sonra böyle bir tefekkür anında gelecek ve okuma bilmem diyene "ikra/oku" diyecek ve imanın destanını inşa edecek. Hiradan çıktıktan sonra hangi yöne baksa Cebrail'i görecek ve ona "Ben Cebrail'im sen de Allah'ın resulüsün" diye nidalarda bulunacak. O korkuyla Peygamber Efendimiz (sav)'in yaşadığı şoku hatırlayın: Tamam temiz ahlaklı, tamam dürüst, sözüne güvenilir Muhammed... Bütün bu vasıflar var ama bir peygamber olması beklenen bir şey değil, daha doğrusu Peygamberimizin bile kendisini içine soktuğu ruh hali bu değildir. Peygamber Efendimiz (sav) o sebepten dolayı beklemiyor.

Hz. Hatice'nin evine gelip de orada "beni örtün, beni örtün..." dediğinde Hz.Hatice de o kadar güzel teselli ediyor ki "sana cinler, şeytanlar dokunmuş olamaz, çünkü sen akrabanı gözetirsin, iyilik edersin..." diye söylüyor. Hikmetli bir kadındır Hatice annemiz.

Velhasıl maksadım tarihi anlatmak değil ama psikolojik olarak Efendimiz (sav) ile böyle (şimdi kendinizin Hira mağarasında olduğunuzu düşünün) demekle mekansal ve (vahyin geldiği ilk andaki korkuları ve endişeleri sebebiyle) zihinsel alemde bağlantılar kurmak. Bununla beraber asıl olarak duygusal bağlantılar kurmak niyetindeyim. Çünkü muhabbet yani birine karşı olan muhabbet duygusallıkla başlıyor.

Belki de yani bizim için gerçekçilik, tamam... İnanmam lazım tamam, bilmem lazım tamam, öğrenmem lazım falan tamam da... O sevgi ve muhabbet, (batılı bir ifade ile) o romantizm diyelim artık. Çağdaş çağrışımla söylersek; duygusallıkla bağlanmak gerekiyor. Bizim de bu dünyada yapacağımız en önemli şeylerden bir tanesi de Peygamber Efendimiz (sav)'in o güzel ahlakını içimize sindirip uygulamak.

Şimdi biraz tarihi atmosferden çıkıp bazı notlarıma bakayım. Mesela öncelikle insanın psikolojik yapısını bir araştırsak, var olan sevgi duygusunu fark ederiz. Buna dikkat etmemiz gerekiyor ki Cenab-ı Allah bizi et ve kemikten yarattıktan sonra içimize ruh üfledi ve bu ruhumuzun bir özelliği olarak; acıkıyor, kızıyor, bağırıyor, seviyor ve özlem duyuyoruz. Çok değişik duygularla bezenmiş bir ruhumuz var.

Nasıl ki et olarak kalp, ciğer, bağırsak gibi değişik organlardan oluşmuş vücudumuz varsa ruhumuzda bazı duygu düşüncelerle donatılmış. İşte, sevgi de duygularımızdan bir tanesidir.

Düşünmeye çalışıyorum, acaba neden insanda sevgi yaratılmış yani sevgi duygusu olmamış olsaydı ne olurdu? Robot gibi bir varlık olsaydık nasıl olurdu? Bakın robotlar da komutla çalışıyor. Yap diyorsun yapıyor, git diyorsun gidiyor, getir diyorsun getiriyor... Yani sevgi niye var? Cenab-ı Allah "itaat" kelimesi ile de bu işi çözebilirdi yani "yapın" der yapardı tüm kullar, itiraz etmeden. Lakin ilahi irade, ikna olmuş bir akıl ve muhabbet dolu bir gönülle yapmamızı istiyor, yoksa kulluğun başka eder tarafı yok, değerli tarafı yok. O yüzden önce sevgi içimizde olacak ve itaat etme de boyun bükme de onun yolunda olacaktır ..."

Dedi ak saçlı adam ve bir bardak su ile boğazını temizledi. Zihni ufuklar ötesine kanatlanmıştı. Gönlünün tercümanı olan dilini uzun yola çıkmaya hüküm giymiş olarak görüyordu.