Şubat ayı içerisindeyiz, ardından Mart ayı gelecek ve şehitler düşecek aklımıza. Gerçi ne aklımızdan ne de hayatımızdan çıkıyor şehitler. Çıkmasınlar zaten. Ölüm, hayat gibi bir gerçektir. Unutulacak gibi değildir.

Vatanımızı, dinimizi korumak için şehadeti bilinç (şuur) düzeyinde anlamak zorundayız. Çaresiz bir kabulle değil veya kahredici bir isyankarlıkla kabullenmek değildir asıl olan. Hayat da ölüm de Allah’ın elinde. “O’ndan geldik ona döneceğiz” diyoruz her ölüm haberi duyduğumuzda.

“Her canlı ölümü tadacaktır.” “Ve tatmayan bilmez.”

Cennetten, cennetin güzelliklerini gördükten sonra dünyaya gelmek isteyenler şehit olanlardır. Bu zalim ve kambur dünyaya kim bir kez daha gelmek ister ki onca mükafattan sonra. Ancak şehitler…
Ecel saatinde “Can vermek ne kadar zormuş” buyuran Efendimiz (sav)’e cevap olarak Azrail (as) “en kolay kabzettiği ruh” olduğunu belirtir. Ama o Kutlu Elçi şehidin ölüm anında sivrisinek ısırması kadar acı çekeceğini belirtir.

Üç gündür şehitlerle meşgulüm. Onların hayatlarını okuyor, dinliyor ve özeniyorum hayatlarına. Kısa hayatlarında canlarını cennet karşılığında canın sahibine satmışlar. Emanet olarak veren Allah, emaneti alırken sonsuz güzellikteki nimetleri de ikram ediyor. Böyle bir rabbe iman edilmez mi? Böyle ikram sahibine binlerce can baş feda edilmez mi?

Şehitçe bir hayat yaşamaktır mühim olan. Mücadele dolu bir hayatımız olmalı. “Büyük cihada dönüyoruz küçük cihattan” sözünü merak edenlere, “nefisle cihat büyük cihattır” sözünü hatırlayanlar mücadele dolu hayatı daha iyi anlayacakladır.

Nefislerinin esiri olmuş modern çağın çağdaş yorumcuları o kadar okumalarına karşın ebedi hayatı bilmemeleri ne kadar acıdır. Hayatın hakikatini bile kavrayamayan dar görüşlü allâmeler() ölünce her şeyin biteceğini sanırlar.

Rabbimiz şehitçe bir hayatı vurgularken “oturanlarla cihad edenleri ayıracağız” cümlesinde belirtiyor. “Herkes Müslüman’dır” diyerek oturanlar, şartların ağırlığı altında ne yapabiliriz ki diyenlerden bazılarıdır. Bunların yanında “mutlaka bir şeyler yapmalıyım, bunun için kendimden başlamalıyım diyen mücadele adamları farklı bir hayat ve farklı bir sona kavuşacaklardır.

Cihad kavramı, bazı dinden/şeriattan anlamayanlar tarafından karalanmış olsa da şehadete götüren bir kapıdır. Yüzyıllardır batılıların kafasındaki algıya uygun bir savaş makinesi olan ve kelime-i tevhid bayrağını dalgalandıran caniler sıkça kullanmış olsa bile, İslam’ın barış dini, sevgi ve ikna dini olduğu hakikatini yok edememiştir.

Müslüman barışseverdir. İslam ile insanlar arasındaki engelleri tebliğ ve davet ile ikna etmeye çalışır, hatta savaş meydanlarında bile “İslam’a gelin” diye son davet yapılır. Savaş kaçınılmaz olduktan sonra hayatı en güzel şekilde emanetin sahibine teslim etmekten kaçınmaz o mücadeleci Müslümanlar.
Şubat ayında farklı coğrafyalarda şehit düşen Müslümanları rahmetle anıyoruz. Şehadetlerinin kabul edilmesi için dua ediyoruz.

Mısır’da Hasan El Benna, Seyyit Kutup, Abdükadir Udeh, Esma ve daha nicelerini, Çeçenistan’da Cevher Dudayev, Şamil Basayev, Hattap; Afganistan’da Bilal, Bosna’da Selami Yurdan, İstanbul’da Metin Yüksel, Mahmut Esad Coşan ve Çanakkale şehitlerimiz ile diğerleri hayatları boyunca şahadeti özlemişler ve kavuşmuşlardır. Şehitlerin Seyyidi Hz. Hamza ve Mekke’nin genç yakışıklısı ilk İslam öğretmeni Musab bin Umeyr…

Bu yol, şehitlerin kan çiçekleriyle açılmış bir yoldur. Başı şehidin toprağa düştüğü yerde sonu cennette olan bir yoldur bu… Yolcularına kutlu olsun…