"Ve Allah, seferden geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir." (TEVBE 118)

Tebuk'e ulaşıncaya kadar Allah Rasulü (s.a.) benden bahsetmemiş. Tebuk'de halkın arasında otururken: Ka'b İbn Malik ne yaptı? Buyurmuş. Selime oğullarından birisi: Ey Allah'ın elçisi, kendisini beğendiği ve iki cübbeye sahib olduğu için geri kaldı, demiş. O kişiye Muaz İbn Cebel: Ne kötü söyledin, Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın elçisi, biz onun için hayırdan başka bir şey bilmeyiz, demiş ve Allah Rasulü (s.a.) susmuşlar.

Allah Rasulü'nün (s.a.v) Tebuk'ten ayrılıp dönüşü haberi bana ulaştığı zaman beni bir üzüntü aldı ve bir yalan düşünmeye başladım. Yarın onun öfkesinden ne ile kurtulacağım, diyordum. Bu hususta ailemden aklı eren herkesten yardım istedim.

Allah Rasulü (s.a.) geldi, denildiğinde bütün batıllar benden uzaklaştı ve hiç bir şekilde kurtulamayacağımı anlayıp doğru söylemeye karar verdim. Allah Rasulü (s.a.) sabahleyin teşrif buyurdular. Bir seferden geldikleri zaman önce mescide gider ve orada iki rek'at namaz kılar, sonra orada otururdu. Bu seferinden dönüşünde de böyle yaptığında geride kalanlar kendisine gelip ondan özür dilemeye ve ona yemin etmeye başladılar. Seksen küsur kişiydiler. Allah Rasulü (s.a.) onların açıkladıkları özürlerini kabul buyurup kendileri için mağfiret diliyor ve içlerinde sakladıkları şeyi Allah'a havale ediyordu.

Nihayet ben geldim. Kendisine selam verdiğimde öfkeli bir tebessümle tebessüm etti, sonra bana: Gel, buyurdu. Yürüyerek geldim ve önüne oturdum. Bana: Seni geri bırakan nedir, bineğini satın almamış mıydın? diye sordu.

Ey Allah'ın elçisi, eğer senin dışında dünya halkından birinin yanına oturmuş olsaydım, bir bahane beyan ederek onun öfkesinden kurtulmayı düşünürdüm. Kendi kendime çok düşünüp mücadele ettim. Fakat sonunda inandım ki bu gün, sana hoşnud olacağın bir yalan söylersem muhakkak Allah Teala seni bana daha sonra mutlaka bilgilendirecektir. Şayet sana doğruyu söylersem, bu hususta bana sen kızacaksın. Fakat ben bunun Allah katında affa mazhar olmam için elverişli olacağını umarım. Allah'a yemin olsun ki benim bir özrüm yoktur. Yine Allah'a yemin olsun ki bu gazvede senden geri kaldığımda hiç bu kadar boş ve eli bol durumda olmamıştım, dedim.

Allah Rasulü (s.a.) : Muhakkak ki bu, doğru söylemiştir. Senin hakkında Allah hüküm verinceye kadar kalk, git, buyurdu. Kalktım, Selime oğullarından bazıları koşup peşimden geldiler ve: Allah'a yemin olsun ki bundan önce senin bir günah işlediğini bilmiyoruz. Geride kalanların beyan ettikleri gibi Allah Rasulü'ne (s.a.v.) özür beyan etmekten aciz kalcın. Halbuki Allah Rasulü' nün (s.a.v) senin için mağfiret dilemesi bu günahın için sana yeterdi, dediler. Allah'a yemin ederim ki bana o kadar serzenişte bulundular ki dönüp kendi kendimi yalanlamak istedim.

Sonra onlara: Benim bu yaptığımı kimse yaptı mı? diye sordum. Onlar; evet dediler, iki kişi daha senin gibi yaptı. Ve senin söylediğini söylediler. Sana söylenenler onlara da söylendi. Ben kim bu iki kişi? diye sordum. Mürare İbn Rebi' el-Amiri ve Hilal İbn Ümeyye el-Vakıfı, dediler. Ve Bedir'de bulunmuş güzel ahlak sahibi, salih İki kişiyi zikrettiler. Bana o ikisini söyledikleri zaman dönüp gittim. (DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)