İyi insanların birer birer aramızdan ayrıldığı günleri yaşıyoruz. Hizmet ehli, samimi insanlar hakkında yazmak konuşmak ne kadar kolay. Bildiğiniz tüm güzel sözcükleri isminin önüne eklediğinizde gönlümüz huzur bulur. Her insana da nasip olmaz böyle haller.

Sami Koparan Hocam hakkında "ne yazsam yeterli olmayacak" hissiyle karalanmış satırları okuyorsunuz şu anda. Onun akademik başarıları, aldığı görevler vb. sıralayarak bir liste yapabiliriz belki. Ancak benim böyle bir niyetin yok. Bana dokunan ya da benim dikkatimi çeken yönleriyle anlatmak isterim.

Bir sabah sivil toplum kuruluşları olarak toplanmıştık. Oturduğumuz yerden kalkarken dizlerinin ağırdığını ifade etmişti. O an içinden geçenleri ifade etmek istedim ona lakin tam da ifade edemedim. "Hocam siz gelmeseniz de yönetimden biri gelse" diyecektim. Zira diğer dernek başkanları hep onun talebeleriydi. O bizim için duası alınacak bir duayen olmalıydı. Bizler onun ayağına gitmeliydik.

Ancak onun hizmet aşkı, bir sabah gençlerle toplantı yapılınca bitecek cinsten değildi. Bazı sabahlar İnegöl Kültür Vakfında elleriyle doldurduğu çorbaları zevkle içtim. Her gidişimde onu sordum. Zira zaman zaman umreye giderdi. Onunla umre yapıp ondan Efendimiz (sav)'i dinlemek isterdim. O içten söyleyişi beni etkilerdi. Hele de başkasından duymadığım ve sadece kendisine has kelimelerle ettiği dua, kulaklarımda çınlıyor. "Allah'ım n'olur al bayrağımızı indirtme, Allah'ım n'olur minarelerden ezanları susturtma..." Gürül gürül yalvaran bir ses çağlayanı akıp giderdi gönüllere.

Bazen vaaz gibi olan uzun duaları olurdu. "Elif, ba" dan başlayan ve 29 harften oluşan akrostişli duaları vardı. kollarımızı masanın kıyısına koyup yorulmuş seslerimizle "amiiin" derdik. Mehmet Tilgel Hocamızın kısa konuşmalarına benzerdi bazen duaları.

Hocalarımızın hepsi birbirinden değerli elhamdülillah. "Hayatta iken kıymetini bilemedik" diye yakınanlardan olmak istemem. Demem ki zaten. Ondan nasibimiz bu kadarmış demek daha hoş gelir bana. Zira "keşke" sözünden bile men edilmişsiz. Ellerinden öptüğümüz hocalarımızı can ü gönülden seviyoruz. Eski hocaların tadı bir başka olurdu ve talebe hocasını bilirdi.

Sami Hocamın, "çocukla çocuk olurdu" derler ya... Bir de o yönü vardı kar yağdığında. Taze yağmış bir kar İnegöl'ü beyaz örtüsüyle kapladığında o mübarek, makamını terk eder, karışırdı öğrencinin arasına. Başlardı önüne gelen kar topu atmaya. Öğrenciler de birlik olur hocalarına atardı. Hatta bir kartopu tam da gözlüğüne gelmişti. Kimin attığını söylemeyeceğim.

Sonra karşılaşmalarımızda tokalaşma seanslarını unutamam. Boş bulunup serbestçe verdiğimiz elimizi sımsıcak sıkardı. Elimizi kurtardığımızda tek tek ayırma ihtiyacı hasıl olur gibi olurdu. Yaptığı işi sağlam yapan bir karakterin yansıması bu ufak hareketler. Hareket deyince;

Daha İmam Hatip Lisesine kaydolmamışım yani ilk okul beşinci sınıf gibi; Sami Hoca çekmiş eşofmanları (eflatun renkli olsa gerek) spor yaptırıyor son sınıflara. Açma germe hareketleri. Yere oturmuşlar iki ayağını geniş açı gibi açmış gençlerin(bana göre, o zaman için amcalara) sırtlarından bastırıyordu ki başlarını toprağa dokundursunlar. Kendisi bu işlerde iyi idi. Onu okul voleybol takımında harika servisleriyle hatırlıyorum.

Sami Hocamın vefat haberini aldığımda aklar düşmüş saçları, yuvarlağı andıran siması ve o simada yerini almış kısa kesilmiş beyaz sakalı canlandı gözümün önünde. Kelimelilerimle tarif edemeyeceğim o güzel sesi kulaklarımızda çınlarken onu unutmayacağız. Önündeki yolculukta ona yarenlik edecek o kadar güzel işleri vardı ki; kurduğu vakıf ve başkanı olduğu camii derneği bunların biridir ikisidir...

Nusret Hocamın kıldırdığı cenaze namazında gözlerimdeki inciler gönlümün ikliminden haber veriyordu. Bizler bunca kalabalıklar onu kabre kadar takip edecek oradan geri döneceğiz, malı gibi. Lakin yetirdiği kız evlatları ve okuttuğu onlarca talebesi onun en büyük kazancı olacaktır.

Bir gün mahşerde görüşmek ümidiyle Sevgili Sami Hocam...