"Canım kurban olsun senin yoluna." Dizelerini okumaya başladığında gönlünde büyük bir coşku hissetti. Karşısındaki kalabalığa gözlerini dikmeden ötelere seslenir gibi tane tane dökülen kelimelerin dünyasında mest olmuştu. Heyecanlıydı. Titrek sesiyle üç satır okumuştu. Şimdi huzur doluydu. Kulaklarından gönül toprağına sızıp giden nağmelerle coşuyordu. Sesine bir eminlik, bir sekinet sinmiş, dilindeki cümlelerin anlamlarını yüreğinde hisseder olmuştu. "Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Gel Şefaat eyle kemter kuluna."

İlk dörtlük bitmiş kısa bir musiki dalgası salona yayılırken birkaç saniye içinde düşünüverdi bulunduğu yeri ve okuduğu şiiri. Son sınıfta üniversite sınavın dert olduğu vakitlerde, hiç yapmadığı ya da yapamayacağını sandığı bu işi nasıl kabullenmişti. İkna için söylenen sözler, inat karakterini nasıl da delip geçmişti. Mümkün değildi sahneye çıkıp insanların karşısında şiir okumak. Çekingen ve ürkek davranışların sahibi olarak "sesim kısılır, ayaklarım birbirine dolanır. Hayır asla olmaz hocam." Sözlerini hatırlıyordu. Müzik hızlanmış, nefesli çalgılar da telli çalgılara eşlik ettiği anda diğer dörtlüğün satırları dökülmeye başladı dudaklarından.

"Mümin olanların çoktur cefası. Ahirette olur zevk ü sefası." İnancı uğruna çektiği sıkıntılara sabreden birçok fedakar insanın görüntüleri düştü zihnin ortasına. Okumak için mekteplerin kapısında yetkililerle tartışan, itilmelere kalkılmalara maruz kalan genç kızları, bir daha mı geleceğiz dünyaya deyip yalan yanlış yollarda, haksızca kazanç sağlayan vampir tıynetli zalimleri, El emin olan Efendimizin ve dostlarının çektiği sıkıntıları, bir film şeridi gibi geçiverdi aklından. Ahirette verilecek bütün mükafatların devşirme mekanında, nefeslenirken bir nebze de kendisi sıkıntı çekse ne olurdu?

"Adı güzel kendi güzel Muhammed" sesinin tükendiğini zannetti. Aslında hocası burada nefesinle de okuyabilirsin demişti. Alt perdeden okunan birkaç cümle dinleyicilerin de hafif mırıldanmasına sebep olmuştu. Üzerine yağan ışıkların altında bunu duymuştu. Demek ki herkes pür dikkat dinliyordu. Yapılabilecek bir telaffuz hatası dinleyiciyi rahatsız edecekti. Sunudaki görüntüler ve müzik akışı anlamın ruhlardaki etkisini artırmak içindi. Bu cins argümanlara gerek yoktu gerçi Habibullah'ı sevenlere. O, zaten gönüllerin sultanı değil miydi? Onu anmak için toplanmışlardı buraya. Az önce bir arkadaşı da şiirinde öyle diyordu ya;

Sevgili, Seni nasıl çağırsak bize ses ver ey,

Biz, bunca toplandık, bunca yürek seni bekler, gel.

Bir dörtlük arası daha... Yanık sesli biri aynı satırları, beste ile okuyor. Ses salonda dalgalanıyor. Gönlü aşkla yananlar sarsılıyordu. Bunu ışıktan kıstığı gözleri ile ufak tefek hareketlerden anlayabiliyordu. Herkes bir yürek olmuş sessiz bir çığlıkla çağırıyor. "Sen gel diye Ey Sevgili." İlahi bitmiş, sıra söze gelmişti. Uzunca bir arada neler düşünmemişti ki. Hocasının sınıfa ilk geldiği günü, tanışma dersinde söylediği ilginç sözleri, bülten için o ses getiren hikayeyi yazmadan önce, kime yazıldığı belli olmayan şiiri -ki kim için yazılması gerektiğini de hocası işaret etmişti- gelen tepkileri ve ailesinden gelen tepkisizliği bir resim sergisini inceler gibi düşündü, düşündü.

Şu an sevgisini kalbinin derinliklerinde hissettiği efendimizi öven Yunus'un şiirini, savururken kainatın boşluğuna ne kadar kutsi bir hal üzere olduğunu fark etti. Keşke şiir hiç bitmeseydi. Uzunca bir kaside okusaydı. Belki "Yağmur" isimli şiiri veya Fuzuli'nin Su kasidesini seslendirseydi. Ancak dilinde şimdilik "Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez!" fermanını buyuran Yunus'un şiir vardı. Ne söylenirse söylensin, hangi hediye verilirse verilsin, aşık Yunus ilk satırda hediyeyi takdim etmiş. Sevgilinin dostları da öyle demiyorlar mıydı? "Anam babam feda olsun" "Canım kurban olsun, senin yoluna." "Adı güzel kendi güzel Muhammed." söz bitmişti. Elindeki mikrofonu sehpanın üzerine bıraktı. Birkaç adım geri geri çıktı, ışıklar söndü ve sahne boş kaldı. Acaba hayatının geri kalan demlerinde böyle bir fırsat daha geçer miydi eline? Bunu bilemiyordu ama, neler yapabileceğini anlamıştı artık.