"Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur!"

Saat 06.25... Sabahın köründe telefonla düşen bu mesaja önce bir anlam veremedi. Hemen altındaki mesajda ise "Bugün okulda yaptığın konuşmadan çok etkilendim. Biliyorsundur ama hatırlatmak istedim." Mesajda yalanla alakalı birkaç ayet-i kerime ve hadis-i şerifi gönderen öğretmenine, tepkisel bir tavır vermemek için bir an durdu, düşündü. Okuldaki macerayı bir kez daha hatırladı.

Evet, yine bir edebiyat dersiydi. Çok amaçlı salonda sosyal mesafeye dikkat edilerek oturmuştu. Sahnede kolçakları yıpranmış büro koltuklarından birinin önüne müzik sehpası konulmuştu ve üzerindeki mikrofon da hazırdı. Beş dakika önce tasarlandığı belli olunan ve aceleyle yazılmış bir konuşma planı duruyordu sehpanın üstünde. Kendisinden önce sahne alan arkadaşı, güzel sesi ile el yazısını okumakta zorlansa da önündeki metni okumuştu. "Bir Derdim Var" Konuşmaları, başlığı altında sıralanmış maddeler...

Delikanlı bunu ilk duyduğunda" aslında konuşulabilir bir mesele" dedi içinden. Sahneye çıkan arkadaşlar konuşur, diye bekliyordu. Lakin her zaman ki gibi kimse çıkmaya tenezzül etmedi. Ya kimsenin derdi yoktu ya da burası dert söylenecek bir ortam değildi. Yine salon lambaları loş bir hal almış, sahnedeki koltuğun üzerine nokta ışık düşürülmüş ama bu sefer konuşmalara uyumsuzluk gösteren fon müziği yoktu.

Arkadaşı yazılanları okuyordu hala... "1.Toplumsal ve bireysel konular 2. Sosyal konular 3.Kültürel konular 4. Siyasal konular..." gibi başlıkları okuduktan sonra pek bir şey konuşamadan mikrofonu bıraktı. Ön sırada, duvar dibindeki koltuğa bedenini bırakmış kıvırcık saçlı (işte bu kendisiydi) işaret edilen parmağın hedefindeydi.

Hiç çekinmeden, "nasıl olsa, ne söylesem dinleyecekler..." üslubuyla büro koltuğunun üzerine aynı rahatlıkla serilircesine oturdu. Sağ ayağını kalçalarının altına yerleştirdi ve kahve ağaları edası ile, ki bu ona yakışıyordu, oturdu.Mikrofonu eline aldığı ilk anlarda ne konuştuğunu hatırlayamadı ancak eliyle salondaki bazı arkadaşların isimlerini sıralayıp "Hep beraber Discord'da takılıyoruz hocam" deyiverdi.

"İnternet üzerinden yapılan sözlü, görsel ya da yazılı muhabbet ortamı, her türlü meseleler konuşulur Hocam" deyiverdi... "Senin de her konuda fikrin var mı?" sorusuna "Fark etmez hocam, bazen biliyorum bazen bilmeden sıkıyorum. Ama asla altta kalmıyorum. Oradan bir yalan, buradan bir yalan uydurup geçiyorum. Nasıl olsa kimse neden niçin diye sormuyor. Milleti morartırım ama hep üste çıkmayı severim." "Gerçekten yalanı bu kadar rahat söyleyebiliyor musun? "Ne olacak hocam, herkes zaten böyle yapıyor" dediğinde seyircilerden ön koltukta oturan arkadaşı "Evet, o yalan söyleyince ben de bir yalan söylüyorum, eşitlenmiş oluyoruz."

Sözü bitince delikanlı yerine geçti fakat "Bir Derdim Var" Konuşmalarının ilk konusunu pimi çekilmiş bir bomba gibi ortaya bırakmıştı kıvırcık saçlı rahat tavırlı delikanlı... Öğretmenin ciğeri yanmıştı. Yalan söylemek bu kadar mı kolaydı? Sanal ortamda söylenenlerin gerçek bir değeri olmadığını ya da sorumluluk getirmediğini mi düşünüyordu Z kuşağının toy gençleri? "Sanal dünyanın da Rabbi Allah'tır" sözünü hatırlattı mikrofonu eline alan öğretmen. Yalan söylemek bu kadar basit olmamalıydı. İnsan yalan söyleye söyleye yalancılardan yazılır ve yarın ahirette bu onun cehenneme girmesine vesile olur. Belki de bugün, gençliğin en büyük dertlerinden biri bu olmalıydı. İşini görecek, geçici olarak sıkıntılardan kendini kurtaracak rengarenk yalanlar ile hayatını şekillendirmeye çalışan, sonra insanlarda dürüstlük kalmadığından şikayet eden insanlar kaplayacak de etrafı.

İşte delikanlı 06.25'te mesajı aldığı zaman bütün bu serüveni hatırladı. Zihninde hikaye tamamlandı ama hikayenin geri kalan kısımlarını bilmiyordu henüz. Çünkü bu konuda yarası deşilmiş yürek sahibi öğretmen, diğer sınıflarda kimsenin ismini vermeden, yalan söylemenin nelere mal olacağını tek tek anlattı. "Özgüveninizi yıpratır, adamlığınızı eksiltir, insanlığınızı çürütür..." dediğini bilemeyecekti henüz.