Yazılarım da genellikle sosyal ve kültürel konulara yer veririm, mümkünse kısır siyasi tartışmalara girmem ve bundan kaçınırım. Misyonumu insanlarımızın aydınlanması üzerine kurmuş bulunmaktayım. Bütün siyasi partilere aynı yakınlıkta ve aynı uzaklıktayım yalnızca ülkemin bölünmesi faaliyeti içinde bulunan siyasi parti ve oluşumları ayrı tutarım. Ülkemin bütünlüğü ve bu bütünün içinde gelişmesi benim en büyük arzum. Bölünmek, emperyalist emellere hizmet etmek benim kırmızıçizgimdir, bunların içinde olanları asla hoş göremem. Bu amaçla emperyalist emellerin kursaklarda kalması yönünde çokça çaba gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Yazacağım bu yazı ile her hangi bir siyasi partiyi desteklemediğim gibi her hangi bir siyasi partinin muhalifi de olmayacağımı belirtmek istiyorum.

Ülkemiz insanlarına kendini nasıl tarif edersin diye sorduğumuz da çoğunluğu 'İnançlıyım' diye kendini tanımlar. Ben de İslam dinine inanan bir Müslüman'ım. İnanç sistemimizde bir insanın cennete hangi şartlarda gidebileceği açık açık ifade edilmiştir. İslamiyet sosyal bir dindir. Yalnızca Allah'a kulluk edilmesi gerektiği emredilmektedir.

Akşam haberlerinde Milli Savunma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Millet Meclisi Başkanlığı yapmış bir siyasetçinin, partisinin Sivas'ta belediye başkan adayı olarak gösterilen başkan adayı için oy isterken, ' ..... oy verirseniz, inanıyorum ki bu sizin ruzi mahşerde (mahşer günü) beraat (kurtuluş) belgeniz olacaktır." dedi. Bu sözleri duyunca kaynar sular başımdan aşağıya dökülmüş gibi hissettim kendimi, ürperdim, korktum ve ülkem adına çok mu çok üzüldüm. Bu ne diyor, ya hu ne oluyor? Cennete girme, ahrette hesap verme şartları mı değişti, bizim haberimiz mi olmadı? Daha önce de bir milletvekili 'Başbakanımıza dokunmak ibadettir.' Demişti. Bu öz güven nereden geliyor, dini yeniden yorumlamalar hangi makamdan, mevkiden berat alınarak yorumlanıyor, şaştım kaldım. Bu söylemlerin yenilir yutulur yanı olmadığı gibi bu söylemlerin üzerine hiçbir din adamı, hiçbir ilahiyat profesörü, hiçbir Diyanet Başkanı 'Dur kardeşim sen kimsin, ne hakla böyle konuşuyorsun demedi, diyemedi. Hani 'Haksızlıkların karşısında sessiz kalan dilsiz şeytandı.'

Bütün bu olup bitenler bana ortaçağ Avrupa'sını hatırlatıyor. Malum Orta Çağ Avrupa'sında kiliseler şaşalı yaşamlarını sürdürmek, fütursuzca yaptıkları harcamaları karşılamak için halkı ciddi anlamda aldatarak cennetin tapusunu satmışlardı. Katolik kilisesinin uydurduğu, günah çıkarma ayiniyle ebedi cezaların affedildiği, günahkarların Dünyada, Araf ta ödemesi gereken cezalarının, işleyecekleri bir sevap karşılığında bağışlanacağı, bunun olması için de bir belge satın alınması gerektiğine insanları inandırmışlardı. Hıristiyan inancına mensup kişiler, günahlarının affı karşılığında papaza bir miktar para ödeyerek karşılığında da cennette yerleri olduğuna dair belge almaya başlamışlardı, böylece katedrallerin yapımı 'Endüljans Satışı" denilen işlem sayesinde finanse edilmiş oluyordu.

İnanç sistemimizde 'Endüljans Satışı' asla yok, hele hele Orta Çağ zihniyeti hiç yok. Ülkemiz muasır medeniyeti kendine hedef seçmiş, günahların affının kul hakkı hariç Allah'ın takdirinde olduğunu bilen inançlı insanların yaşadığı bir ülke. İnsanların inanç değerleriyle dalga geçer gibi oy istemek hiçbir siyasi etik anlayışına uygun olmadığı gibi hiçbir inanç sistemine de uygun değil. Ben oyumu, üretilen hizmetlerin kalitesine, üretilen projelere, insan onuruna yakışan bir yaşamı vadeden politikayı hedef seçene vermek istiyorum. Sahi siz hala Orta Çağda mısınız? Biz 1453 te Orta Çağı kapattık. Özer YILMAZ