Adam milletin 15 Temmuz akşamı kanıyla ve cesaretiyle yazdığı destanı gazetelerden, sosyal medyadan devamlı okuyor televizyon kanallarından izliyordu. Gazetedeki köşesinde aciz kelimelerin sırtına vuracağı cılız anlam kümeleriyle nasıl anlatacaktı içindeki volkanı.

Sadece "ve aleyküm selam başkomutanım" diyecek onun vefa dolu yüreğini selamlayacaktı. Millet bir vücut olmuş da ruhu başkomutan temsil ediyordu. Millet tarihinde yaşamış olduğu acı tecrübelerden öğrenmişti baş giderse geriye hiçbir şeyin kalmayacağını.

Millet kendi onurunu, kendi geleceğini ve insanlığını koruyordu başkomutanı korurken. Tankların önünde bedenlerini siper edenler ne kadar büyük bir destanın kahramanı olduklarını biliyorlardı. İstanbul ve İstanbullularla bambaşka bir gönül bağı vardı başkomutanın. Evinin önünde nöbet tutuyorlardı saatlerce, sabahlara kadar.

Adam, uyumadı ve darbecileri TRT'den bildirilerini dinledikten sonra da ona uymadı. Sokaklara çıktı. Çünkü darbeciler sokağa çıkma yasağı ilan ederken cumhurun başı sokaklara diyordu. Aslında savaş meydanına direnmeye ve savaşmaya çağırıyordu.

Oyun bozulmuştu. Adam bu dünyayı yöneten üst aklın ihtiyarladığını her zaman söylüyordu. Bunu ilk kez Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde fark etmişti. Milletin adamının karşısına ne yaptığını bilmeyecek kadar yaşlı birini çıkarmıştı bu üst akıl. Artık Türk Milleti karşısındaki başarısının adı %48 idi. Millet kendi ruh hamurundan meydana gelmiş birini bulmuş, görmüş ve ona sahip çıkmıştı. Bir insan seçimlerde kazandığı kadar her darbeden da kurtulduğunda bir seçim daha kazanmıştır.

Her zaman şunu bilmek lazımdır ki seçimleri Recep Tayyip Erdoğan kazanmadı. Onun şahsında millet kazandı. Bu millet onurlu ve şerefli duruşlar sergiledi. Devlet milleti taşıyan bir deve gibiydi şimdi o deve harika bir sürücü buldu. Millet direksiyona doğru adamı seçmişti. O her defasında milletine dönüyor onunla beraber olmaya çalışıyordu.

Adam bunları düşünürken kendisini etkileyen sahneleri gözünün önünden geçiriyordu. Yol arkadaşının ve oğlunun cenazesinde Başkomutanın gözyaşlarına birkaç damla gözyaşı da o katıyordu. Yıllardır duygularını gizleyip kara gözlükleri arkasından cenazelere katılanları hatırladıkça milletinden hiçbir şeyini gizlemeyen bu güzel insan duygusal bir hayranlık ve bağlılık duyduğunu hissediyordu.

Milletin tankların önüne geçip şehit oluşunu Mısır'ın demokrasi mücadelesinden görmüştü adam ancak şimdi birkaç saatlik mesafede İstanbul'da köprünün önünde kendi milletini tankın üstüne çıkıp savaşım verdiğini de izliyordu. Değil mi ki O, başkomutan, cep telefonundan "tüm milleti sokağa davet ediyorum" demişti. Davete icabet edilmesi gerekiyordu. Onu bir çay içmek için davet edenlere icabet ediyordu şimdi millette de onun davetine icabet etmişti.

Sen de geçebilirsin yardan anadan serden

Seninde destanını okuyalım ezberden

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden

Şimdi süresi belli olmayan bir nöbet vaktidir. Nöbetler terk edilmez. Dünyanın zalimlerine meydan okuyoruz artık. İçeriden dışarıdan nereden gelirse gelsin darbelere dur diyoruz artık, diyen konuşmaları dinliyordu adam. Dinledikçe milletiyle, lideriyle, bayrağıyla, vatanıyla guru duyduğunu hissediyordu. İçindeki öfke de gittikçe büyüyordu. Ancak Peygamber as sözünü hatırladı "Gerçek pehlivan rakibini yenen değil, öfkesini yutandır."