Akıl nehrimi, vahyin ummânına ulaştırdığımda hayat ne kadar da anlamlı oluyor. Ruhumun derinliğinde öyle güçlü hisler kök salıyor ki… Hayatın dertleri içinde savrulmaktan kurtulmak için tarihi süreç içinde hakikate yapışmaktan daha anlamlı ne olabilir ki…
İnsan, büyük yapıların çapını görmediği için kendini “en doğru”da sanıyor. Olayların arka planını bilince düşünceler değişebiliyor hemen. “Ölüm vaktine bir saat kaldı, deseler neler yaparsın?” sorusunu lise yıllarımda sıkça kullanır, nefsimi harekete geçirmek için ölümün yakınlığını düşünmekten hız kazanacağımı sanırdım. Sonra büyük bir aklın, aklımı yendiğini gördüm.
“Ölüm saati hakkında bilgi verseler, halimden hiçbir değişiklik olmaz” cümlesinin nedenin heyecanla okudum. Hani geçmişte kısa yoldan “şehit olmayı” başaracak olan ben, tüm günahlarımdan da affedilecektim. Şehadetin öyle güzel, öyle mükafatlı bir rütbe olduğunu biliyordum. Ancak o alimin gerekçesi daha üstün geldi bana. “Ben zaten her an ölecekmiş ve hesap verecekmişim gibi yaşıyorum”
Aklım ne yapsın şimdi? Böyle bir akılla güreş tutacak hali yok ya? Aklım, o aklı tanıdığına ve ondan akıl devşirip istikamet eylediğine göre Külli aklın, cüz’i akla katkısını varın sizi tartın.
Vahiyden habersiz başlayan bir günümü güneşsiz ve kapkaranlık geçen günlere benzetiyorum. Ruhumun bir yerlerinde belli belirsiz bir boşluk varlığıyla daima rahatsız ediyor. Her an düşme tehlikesi yaşayan bir âmâ gibi yürümenin rahatlığı neyse () öyle işte.
Tüm bu mukaddimenin nihayetinde bir kısa ayetle muhatap olan aklımın gönül diyarıma saçtığı hislere tercüman olacaksınız okuduğunuz satırlarda.
(Resulüm) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın/kendini helak edeceksin/neredeyse kendini tüketeceksin” (Şuara Süresi 3. Ayet)
Kendine kıyacak kadar üzülmek ve dertlenmek…
Hangi davranış bizi bu hale getirecek? Şu kambur dünyanın hangi kutlu meşgalesi “olmuyor” diye bizi yakacak acaba? Keyfine, hazzına kıymet veren, dizisinden, makyajından, hobilerinden asla taviz vermeyen bu çağın nesilleri için kendini helak edecek kaç yürekli insan var mesela.
Başka bir insanın ebedi hayatını için kendisinin kısa hayatından vazgeçecek kadar fedakar, cefakar ağabeylere, ablalara, kardeşlere, canlara, dostlara ihtiyaç var mı acaba?
“İman etmiyorlar diye…” Burası çok önemli. Zira hedef, amaç, gaye her ne ise… Tamamen kişinin kendisi için, onun mutluluğu bir çabalama. Hakikaten bizzat muhatabının şahsı için gayret gösteren davet erleri, peygamber sevdalıları nerelerde?
Burada, orada, arkanda, yanında, önünde aynı masada oturuyor ya da aynı atölyede çalışıyor bu sevdalılar… ancak o iman etmeyenlerin önünde, kafasında, gönlünde bir çok engel, aşılmaz setler var.
“Nefsini-arzularını, isteklerini- ilâh edineni görmedin mi Habîbim” diyor Rabbimiz. Bin bir arzunun arkasından koşup gelecek kaç insan vardır? Kısa, küçük, basit dünyaya değil; ebedî, ulvî, büyük bir mutluluğa kulak asmayan gafiller bunlar.
“Ataları ya yanlış yolda ise” diye, diğer engele işaret eden Rabbimiz, geleneklerin nasıl da insanların akıllarını körelttiğini belirtiyor. Atalarını putperest olarak buldular ya, asla bırakmıyorlar. Büyüklerini, yanlış inançları içinde bulan ve sahih İslam’a davet edildiğinde hurafelerinin ardında saklanan gafillerden şuur ve basiret beklemek nafile.
“İnsanların çoğu hüsran içindedir” cümlesiyle bir engeli daha gösteriyor Rabbimiz… Basit insanlar kurulu sistemlerin, büyük ve karmaşık yapıların asla yıkılamayacağını sanırlar. O Nemrutları güçlü kabul ettiklerinden, zalimlerin karşısında duranların akıbetini görür gibi olurlar beyinlerine vurulan propaganda zincirleri etkisiyle.
Kendisini helak etmesinde ne yapsın Peygamberler? Dürüstlüklerinden başka dünya ölçüleriyle hiçbir şeye malik olmayan bu çobanlık yapan insanlar ne yapsın ki?
Emir yüce makamlardan, emir “ağır bir yük” ve muhatap aciz… Ancak yardımcısı Allah olanın, dayanağı Rabbi olanın, sakındığı Malik’ül-Mülk olanın korkacağı kim olabilir ki? Evvel O, Ahir O, Bâtın O, Zahir O… Kalpler O’nun elinde, O dilediğinde her şey olabiliyor… Öyleyse Peygamberden beklenen sadece samimiyetle ve cehd ile cihat etmek, tebliğ ve davet… Ölçü onların inanmaları değil Peygamberlerin/davetçilerin/bizlerin gayreti… Anladın mı Ey Nefsim