İnsanlığın yüce değerlerinin yükselmesi, okumasına, okuduğunu analiz etmesine, analizini yaptığı eylemleri yaşamında uygulayabilmesine, araştırma yapmasına, üretim yapmasına, yeni buluşlar bulmasına ve bütün bunları bir katma değer olarak önce kendisi, sonra ülkesi, sonra da insanlığın hizmetine sunmasına bağlı.

İnsanların çoğu yaşam tarzlarını ya da davranış biçimlerini çoğunlukla algılarına göre yönetmekte. Algı biçiminin türü ve şiddeti gelişmemiş kişiliklere sahip bireylerde daha yoğun görünmekte. Bu tip bireylerde toptancı kabul ya da toptancı reddediş var. Bu toptancılık doğal olarak insanların aldatılmalarına zemin hazırlamakta, bu zemin aynı zamanda insanların sömürülmelerinin yolunu da açıyor.

Yazmak, üretmek, yeni buluşlar bulmak ve insanlığın hizmetine sokmak elbette ki ulvi bir davranış ama bu davranışın karşılığı verilirse daha anlamlı oluyor. Kadim kültürümüzde emek çok değerli, bu değer insanlığın hizmetine sunulmuşsa o daha da değerli.

Biliyoruz ki veren el, alan elden her zaman üstündür. Veren el, kavramının yanlış değerlendirildiğini düşünüyorum. Bu kavram biraz somut kavram olarak karşımıza çıkıyor ama onun soyut düzeyini de yakalamak, düşünce hayatının içine almak gerek.

Veren el, üreten, katma değerlerini insanlığın hizmetine sunan, araştıran, ödünç aldığı her türlü varlığı işleyip daha değerli konuma getiren bireydir, kurumdur, kuruluştur, devlettir. Bu yaşam biçimi insanlık değerinin yücelmesine vesile olur.

Alan el, dilenen, aldığını tüketen, yaşamına yeni değerler katmayı bilemeyen, sümsük, onursuzbirey kurum, kuruluş, devlettir. Bunlar insanlığın yüz karasıdır, gelişmenin, değişmenin, yenileşmenin, insanlık onurunun önünde takozdurlar, bunlardan dost da olmaz, post da.

Günümüz insanı, gelişmiş, az gelişmiş, geri kalmış kategorilerinde sınıflandırılıyor. Bu devletler için de böyle. Benim anlamakta zorlandığım, kendini gelişmiş kabul eden devletler, kendisini baba rolüne büründürerek, bütün dünya varlığının üzerine çöreklenmeye çalışıyorlar.

Az gelişmiş ülkeler, kendilerini bakıma muhtaç çocuk konumuna sokarak, baba devletlerin istediklerini koşulsuz ve şartsız kabul ediyorlar. Bu içinden çıkılmaz zihniyet az gelişmiş devletlerin sömürülme temellerinin oluşumuna zemin hazırlıyor.

Sömürülmekten kurtulmak, ülkelerin gelişmişlik endeksini yukarılara çıkarmaya bağlı. Bunun temelinde eğitim geliyor ancak eğitim sektörü de kartellerin elinde, yazılanlar, çizilenler her zaman gerçekleri yansıtmayabiliyor.

Size verilenleri görebiliyorsunuz, okuyabiliyorsunuz, gördüklerinizle, okuduklarınızla yaşamınızı düzene sokmaya çalışıyorsunuz. İnsanlar aysbergin görünen yüzünün bütünün hepsi olduğunu zannederek, zannettiği algısına göre hareket ediyor.

Tüketim için sunulan ürünlerin sunumda kullanılan reklam ve tanıtım hizmetleri görünüp de gerçekte görünmeyen kartellerin elinde. Bu kartellerin içine girmek, söz sahibi olmak, o kadar da kolay değil izin verildiği ölçüde insanlar varlığınıifade edebiliyor. Bu insanlığı yıldıracak mı? Hayır. Yıldırmayacağı gibi kartellerin elinden çıkmış putlaştırılmaya çalışılan yazarların ve onların putlaştırışmış kitaplarına biat etmek insan onurunun çiğnenmesi anlamına gelir.

Gelişmiş birey putlaştırılan yazar ve kitaplarının egemenliği altına kendisini sokmaz. Oku! İlk emir ancak okumak sadece papağan gibi tekrar etmek değildir. Moda olsun diye, görünmeyen kartellerin gizliden gizliye putlaştırdığı yazarların kitaplarını koltuk altına alarak caba satmak, masa üzerine bırakarak kendini entelektüel kişi olduğunun zannedilmesine çaba sarf etmek, okumanın putlaştırılması değildir de nedir? Oku, düşün, üret, bul, putlardan uzak dur.