Yirmi dört saat olmadan yine seyrek satırlı bir kitap daha bitti: Asiye. Yazarımız Nejla Arslan Kurt.

Değerli bir kitap olarak kabul etmek mümkün. Kolay, çok basit olsa da kurgusu oldukça güzeldi ve serpiştirilmiş mesajlar vardı tek tük.

İşin açıkçası daha çok, Asiye'nin görücü olarak gelen adaylara "ben satanistim" demesi ve kendisinden uzaklaştırmasıydı dikkatimi çeken. Satanist bir genç kızın duygu ve düşüncelerini öğrenmek istedim. Memnuniyetle gelen görücülerin, cin çarpmış gibi dönüp gitmelerini büyükannesi bir türlü anlamamıştı.

Asiye, üç kız arkadaşının arasında hiç evlenmeyecek olan kişi diye ilan etmişti kendisini ama kader farklı tecelli etti. Annesinin başka bir adamla evlenip evden ayrılması ve Asiye'yi yalnız bırakması sonucu o babaannesiyle büyümüş yetişmişti. Asiye'yi de evlilikten soğutan annesinin kendisini terk etmesiydi.

Romanda dikkatimi çeken nokta Müslüman bir zihniyetin ürünü olması. Asiye'nin evleneceği insanda aradığı özellikler önemliydi: Zeki olmalı, cömert olmalı ve bakir olmalı... Bu alıntı sanırım ipucu olacak nitelikte:

"Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki bir erkeğin "bakir" olup olmamasının bir önemi kalmamış. Modern hayatın empoze ettiği yeni yaşam tarzı, bazı değerlerimizi yok saysa da kadının bakireliği halen bazı kesimlerde kutsal ve değerli sayılır fakat maalesef erkek için aynı şeyi söyleyemeyiz" cümlesi daha önce hiç bir eser de görmediğim ve okumadığım bir cümleydi. Ve şu cümle de kitaptan:

"Karma lisede okumasına rağmen karşı cinsle her dem mesafesini korumuş ve hatta onlarla arasına hiç bıkmadan usanmadan erişilmez duvarlar örmüştü. Tabii bunda torununa sürekli "karşı cinsten" uzak durmasını telkin eden büyükannenin de etkisi vardı." Böyle güzel ahlak kurallarının bir romanın içinde öğretilmesi benim için değerliydi.

Erkeğin bir kıza abayı yakıp abanması ve birbirini kullanmaları yani evlilik dışı iletişim benim beğendiğim bir aşk biçimi değildir.

Bu romanda kızın büyükannesinin ve delikanlının büyükbabasının ağırlığını da görüyoruz. Delikanlı Yiğit, büyükbabasından çekinir hatta severken Asiye de büyükannesinden çekiniyordu.

Bir farklı konuda şuydu: Yigit'in iş görüşmesi için Güney Kore'ye gitmesini konu alan satırlarda konuşulan dil hakkında düşülen not mesaj yüklüydü.

"En çok konuşan dii ise İngilizceydi. Asiye bunun sebebini bu dilin en kolay olmasından evrenselleşmesi değil, asırlardır bu dilin sahiplerinin birçok ülkeyi sömürge olarak kullandığından dillerini benimsetmiş olmalarını düşündü" paragrafı dikkatimi çekti. Görmek isteyenler için ciddi bir evrensel mesaj.

Roma'nın ilk sayfalarında arkadaşıyla buluşmaya giden Asiye'nin sokak çocukların üzerine attığı topu rastgele vurmasıyla başlayan ilk tanışma hareketi sonrasın da arkasından taş atıp kafasına denk getirilmesi ile devam eden hikaye köklü münasebete dönüşüyor. Büyükanne ve büyükbabayı üzmemek ve razı etmek için bir yıllık sözleşmeli evlilik yapar Asiye ile Yiğit... Birbirine zıtmış gibi görünen karakterlerin aslında ne kadar benzediğini gösteren bir eserdi bu roman.

Aynı evde kaldıkları halde farklı odalarda yatan, birbirine gıcık sözler söyleyen, ikisi de birbirinin dilinden aynı tonda anlayabilen, iki insan arasındaki yeni filizlenen aşk, kitabın son sayfasında beliriyordu. Lakin kitap bitti. Yol bitti der gibi oldu ama böyle.

Dili sade, yormayan akıcı bir dil. Kurgu da güzel. Yarım günümü verip de okumuş olmam bana çok şey kaybettirmedi.