Ermenek kömür madeninde mahsur kalan madencinin 75 yaşındaki annesinin içten ve samimi ifadelerle dile getirdiği sözlerdi:”Oğlum yüzme de bilmezdi suyun içinde ne yaptı acaba?”.Öyle samimi ve içten ki karşısındaki kameralara gösteriş yapacak durumu yok ve olamaz da. Çünkü söz konusu olan ciğerparesi biricik oğlu suyun bastığı maden ocağının altında mahsur kalmıştı.

Sözlerin samimi olup olmadığı karşısındaki insanın etkilenmesi ile ölçülür. Eğer sözleriniz dudaktan çıkmışsa karşıdakinin kulağında son bulur.Ama eğer yürekten kopup gelen bir söz ise karşıdakinin yüreğinin derinliğe kadar nüfuz eder.

Tıpkı öğrencilik yıllarımdaki bir hatıram gibi. Konya’da Üniversite de öğrenciyken Konya Mevlana Kültür Merkezinde bir programa katılmıştım.Program Türkiye genelinde dereceye giren yazarlara ve şairlere verilecek ödül töreniydi.

Hiç unutmam.Sahneye çıkıp ödülünü alan herkes duygularını ifade eden kısa bir konuşma yapıyordu.Hele biraz da hava atmak isteyenler abartılı bir şekilde konuşuyor,edebiyat parçalıyor, parçaladığı edebiyatın parçaları havada uçuşuyordu.

Sıra yaşlı bir edebiyatçının ödülüne gelmişti.Sahneye çıktı, ödülünü aldı, mikrofonu kendisine uzattılar.Eline aldı mikrofonu bir sağa birde sola gülümsedi .Hiçbir kelime söylemeden sahneden indi.

O günlerin gençlik heyecanıyla o edebiyatçıyı çok yadırgamıştım.Hatta ‘o kadar kitapları var,birinden bir pasaj anlatabilirdi neden hiçbir şey konuşmadı’ diye de ayıplamıştım.

Aradan uzun yıllar geçti. Bütün o şair ve yazarların sözlerini unuttum.Ama gülümseyen o yazarın tebessümlü yüzü hala gözlerimin önünde ve beni etkiliyor.Anladım ki kelimeler sadece sesli değildir.Nice sessiz kelimeler vardır ki sesli kelimelerden daha etkili ve dokunaklıdır.

İçten konuşan insanlar hala vardır ama içten konuşan insanları anlayanların sayısı gün geçtikçe azalmaktadır.

Bunları düşündükçe hep aklıma günümüz gençlerinin duygu azlığı geliyor.Günümüz gençlerin de (bir kısmında) duygusallık gelişmemiştir.Sebebi de günümüz gençleri hiç yokluk görmediler. Yokluk çekmedikleri için de hiçbir şeye hasret duymadılar.Geçmişteki insanları şair ve yazar yapan duygular hasret duygularıydı.

Alimlerimizden bize tavsiye edilen çok güzel bir örnek vardır .Derler ki,kurbanlarınızı bayramdan 3-4 gün önceden alınız.Çocuklarınız onları sevsin,arkadaş olsun.Bayram sabahı kestiğinizde de çocuk ayrılık göz yaşı döksün,duygulansın.

Kurban şöyle dursun anne babalar çocuklarını hasta olan akrabalarını ziyarete bile götürmüyorlar.Mezar ziyaretine ise hiç götürmezler.Sebep,psikolojileri bozuluyormuş.Oysa hastalık ta ölüm de hayatın bir parçası değil mi?

Duygusuz çocuklar yetiştirdiğimiz için annesini öldürüp yan odaya bırakıp arkadaşlarını çağırarak eğlence partisi düzenleyen gençler yetişti.

Eşini kaynanasını,kayınpederini öldürüp hiçbir şey olmamış gibi gidip kahvehanede çayını yudumlayan soğuk insanlar yetişti.

“Hocamız kalp krizi geçirdi. Yoğun bakımda yattığı için derse gelemeyecek” duyurusunu duyup “oley,yuppi,yaşasın ders boş geçecek ”diye sevinçten çığlık atan duygusuz çocuklar yetişti.

Ermenekli annenin içten sözlerini içten duyan kaç kişi kaldı acaba?

Sonuç:Hayatımızın tek gayesi para olduğu için bütün gayemiz LİRA oldu.LİLLAH’i unuttuk.Duygusallaşmayı unuttuk,göz yaşı dökmeyi unuttuk.

Kısacası,Lokma peşinde koşarken Lokmandan (İlim hikmet) koptuk.