Köşe yazılarını sosyal medyadan (Fecabookta) yayınlayan yazar, onca zaman sonra, nereden zuhur ettiyse etti, aklına bir cümle geldi? Bu cümle kalıbını, sabah namazını kılıp her daim gittikleri hayırhah çorbacıdaki müşterilerin ne tür çorba istediğini bildiği halde tekraren soran garsondan duyardı. "Ne vereyim abime..." (Hangi çorbadan istersiniz, dercesine) Lakin okurlarına aynı cümleyle hitap edemezdi köşe yazarı?

Lokantanın orta yerine yayılmış çorbanın dumanlarını koklayarak, tavuksuyu, mercimek, ezogelin, işkembe ya da kelle paçanın lezzetleri ile mest olmuş müşterilerce duyulan meşhur cümle evrim geçirip şu kelimelerle yerini aldı bu alemde. "Ne yazayım, sayın okuruma?"

Duygu, düşünce ve olaylara şahit olan kalem erbabı, okurlarından yardım istiyordu: "Ne yazayım?" diyordu. Bunca zamandır ne yazıyordu ki? Uzun meseleydi bu... Hem isteyenler hangi konularda yazdığını gazeteden takip edebilirdi. Fakat değil mi ki lütfedip bir kaç kelime ile cevap vermişler. İşte bu sebeple okurlarıyla bir yazı meclisi kurmak istiyordu köşe yazarı.

"Ne yazayım?" talebine karşı almış olduğu cevapları bir köşe yazısı ile değerlendirip okurlarına da söz hakkı vermek istedi. Hem onların cevapları için ufak tefek yorumlar da eklemek hoş olacaktı. Bazıları, beğendiği yazı türlerinin özelliğini; bazıları, dünya olayları ile ilgili; bazıları da dünyada her dem eksikliği hissedilen kavramları yazmasını talep etmişti.

Garb memleketlerinde görevli Rıdvan Korkut: "Sonu miş'li mış'lı biten masal tadında ibretamiz kıssalar... :)" yazın diyordu. İbretli hikayeler... Fiziki alemin dar kalıplarını kırmış masallar gibi. İbret almak ile örnek almak arasında sıkışmış bir nesil için, ayakları gerçeklerin üzerinde duran güzel hikayeler, neden olmasın ki... İlham perisini beklemek şartıyla, diye düşündü köşe yazarı.

Sinan Barut: "Yazı yaz sevgili hocam. Malum sıkıntılı bir yaz geçirdik. ??" diyordu. Göklerin sıcaklığına yeryüzünün alevleri de eklenince kalemin ateşini harlatacak olayların sımsıcak kelimelerle anlatılmasını da istiyordu. Günlerce yanan orman yangınları kadar sigarayla tazecik ciğerlerini yakan gençler için de üzülüyordu köşe yazarı. Yangın, Help Turkey, iftira, gayret, birlik, kavramlarını çok dinlemişti.

Tarih öğretmeni Alaaddin Atilla: "Gönülden kaleme giden bir yol vardır, sipariş kabul etmeyen. Gönlünden geçeni yaz hocam." Bu cümlenin hakikati karşısında şapka çıkarmak gerekiyordu. Hissetmediğini yazmak, ayağın boşluğa denk gelmesi gibidir. Sendeleyerek bir yere vasıl olamayacağını hatırlatan cümleyi düz bir ayna gibi kabullendi köşe yazarı...

Ali Öz: "Bize de mi yazı ??" Komik bir ifadeyi hak eden esprili cümle. "Ben kelle paça alayım" der gibi.

Emekli ilahiyatçı Hüseyin Güleç: "Biraz da siz yazın" mı demek?" Tabii bunu kastetmemişti köşe yazarı fakat öyle kabiliyetli bir dilimiz var ki temel anlam belirten bir kelime bile, uygun bir vurguyla okununca zıt anlam ifade ederdi.

Emektar İmam Hatipli Hasan Aydın: "Bizde olması gereken.. Ama... Hep başkasında olmasını beklediğimiz güzel şeyleri yazabilirsiniz, Ahmet Hocam." diyordu. "Biz" kelimesi üzerine uzun zamandır düşünüyordu köşe yazarı. Hangi biz, kimin bizi? Her "biz" kelimesi aynı kişileri mi kasteder, gibi fikirler vardı aklında. Burada tavsiyede bulunan ile yazar, "güzel şeyleri üzerine yakıştıracak" kadar biz olabilmiş insanlardı.

Pide ustası Bahri Sevinç: "Amerika, Afganistan ve Taliban gerçekleri." Ve İznikli Eğitimci Metin Çatak: "Taliban yerli mi yoksa DAEŞ benzeri doldur boşalt bir örgüt mü?" gibi konu tavsiyeleri veriyorlardı. Lakin ulusal gazetelerde yazanlara ve televizyon ekranlarında yorum yapanlara bırakmayı salık veriyor ve haddini aşmadan kalem oynatmaya cabalıyordu köşe yazarı. (YARIN DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)