Bu kavramın zihnimde parladığı mekan ve zaman Çimen cami etrafı ve ezan vaktidir. Üstünüze afiyet maalesef biraz geç kalma alışkanlığım vardır. (Rabbim bu kötü hali benden gidersin) Ezan bitmiş, abdest alıp cemaate yetişmek gayreti ile seğirtirken ben, cami duvarına sırtını dayamış, minarenin gölgesinde çayını yudumlayan ve sigarasının dumanını savuran ya da muhabbetinin(!) hızını kesemeyen gençleri görünce "nasipsizler" diyesim geliyor.

"Nasipsiz" kelimesini daha çok manevi ortamlardan veya nimetlerden mahrum olanlar için kullandığımızı düşünüyorum. Mesela tarikata girmiş, tasavvufi yolda ilerleyen kişiler sohbet ortamlarında "Allah nasip etti de bu kapıya bağlandık. Allah herkese nasip etmez böyle bir kapıya hizmet etmeyi" diye başlayıp halinden memnun olduklarını anlatırken bu yola sevk edilmemiş diğer insanları bir derece aşağıda görüp "nasip meselesi" kardeşim diyerek kimi küçümser, kimi görüneni söyler, kimi de dua makamında ifade eder "nasip" kelimesini.

Mademki muhabbeti nasip kelimesi üzerinden götürüyoruz usulümüz gereği önce Kerim kitapta "nasip" kelimesi zikredilir mi? Bakalım.

"Kendilerine Kitap'tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar" Nisa süresi 44. ayetinde ve başka ayetlerde bolca kullanılan bir kelimeymiş.

"Nasipli" olmak, olumlu bir ruh halini hissettirirken "nasipsiz" olmak da insanı olumsuz bir duruma, hüzne, sevk ediyor. Lakin bazen de ne olumlu ne olumsuz anlam içeriyor.

Fakat günlük hayatta birine "nasipsiz" derken onu acınacak pozisyonda hissederek ifade ediyoruz sanki. "Nasipsizler..." İyilikten, güzellikten ya da herhangi bir fırsattan yararlanamayan tipler.

Belkide birçok kelimenin içini/anlamını gönlümüzdeki niyetle doldurup karşı tarafın kulağına takdim ediyoruz. "Vah vaaah, tüh tüüüh, çok yazııık" tonlaması ile zikredilmiş kelimeler hüzün çağrıştırıyor.

Seçtiğimiz ayet-i kerimede nasibini iyi kullanamayan tiplerden bahsediyor farkındaysanız. "Kendilerine kitaptan nasip verilenlere baksanıza!" Kitap ehli olmak "nasipli olmak" iken kitabın gösterdiği yoldan gitmeyip değerini bilmeyince kınanacak hale düşebiliyor insan. Şimdi cami duvarına yaslanmış, minarenin gölgesinde muhabbetin dibini gören genç ve Müslüman kardeşlerimizin, vaktinde cemaatle kılınan namazdaki sevaptan mahrum kalışı insanı üzüyor.

Cemaat hazır, imam hazır... Cümle kapısından girip huzura varınca sevap deryasından nasipleniyorsun. Tabii her daim nasipli olmak için vaktin oğlu (ibnu'l-vakt) olmak gerekir. Tasavvufta kullanılan bu tabir gerçekte vaktin hakkını vermek manasına gelir. O anda hangi işten birinci derecede sorumluysak onu yapmak anlamındadır. Batılılar bunu "carpe diem" günü yakalamak diye tarif ediyorlar.

Yine kültürümüze göre en değerli vakit ne geçmiş(mazi) ne de gelecek(ati)dir; içinde bulunduğun vakit (hal/şimdi)tir. Onu en doğru biçimde değerlendirmek gerekir, nasihatlerini görüyoruz.

Ziya Paşa'nın meşhur bir dizesi de bize nasipsizliğin akrabası olan bir kelime ile kapı aralıyor.

Bi-baht olanın bağına bir katresi düşmez,

Baran yerine dürr ü güher yağsa semadan.

(Talihsiz olanın bahçesine bir damlası düşmez,

Yağmur yerine inci ve mücevher yağsa gökten.)

Talihsizlik veya nasipsizlik meselesinin ardında kader konusu da var. Allah'ın kullarına yazdıkları da nasip kelimesi ile ilgilidir. Ama Rabbimiz "çalışana veririm" de buyuruyor. Dolayısıyla insana verilmiş akıl cevheri nasibini arayıp bulurken verenin Allah olduğunu unutmamalıdır.