Önüne bırakılan tavşan kanı çaydan bir yudum aldı. İki parmağın arasına tutusturdugu sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırıp derin bir çekiş ile içini doldurduğu dumanı ağzından püskürttü. Sonra önündeki Genç Gazete'ye uzanırken hemen yanıbaşındaki minareden ezan sesi yükseliyordu.

Allahu ekber Allahu ekber....

Aslında ulusal bir gazete okumak istiyordu fakat önünde örselenmiş ve bırakılmış yerel gazete vardı. Yaşadığı şehrin haberlerini okumak, yakın çevresinden haberdar olmak, kimin öldüğünü, kimin kaza yaptığını, kimin hangi kutlamaları icra ettiğini, festivalleri, eğlence gecelerini takip etmek sıradan işlerdendi.

Yerel gazetedeki köşe yazıları da pek okumazdı. Yerelde yazılan konular ve yazarları pek dikkatini çekmiyordu. Zira yazılanları "ben de yazabilirim" gibi bir psikoloji ile küçümsemek değildi belki benliğini sarmalayan şey. Genel de okumazdı işte köşe yazılarını o kadar.

Her insanda olabilecek müzmin bir merakla popüler yazarları okumak biraz daha hoşuna gidiyordu. Fakat bu sefer öyle olmadı. Çünkü gazetenin köşe yazısının başlığı sanki kendisinden bahsediyordu. Cami avlusunda namaz vakti oturanlar(!)

Caminin içinde müezzin efendi cemaati namaza davet ediyordu. "Hayyaalessalah, hayyaalessalah..."

Sağına soluna baktı. Birçok masa boşalmıştı. Elinden sigarasını bırakamayanlar, çayını yarılamış veya sonunu yudumlayanlardan başka kimse kalmamıştı. Gerçi niyeti yoktu cemaate yetişmeye. Belki sonra eda ederdi namazını.

Köşe yazarı, yazının sol üst köşesinde ellerini göğsü üzerine kavuşturmuş olarak basılmış fotoğraftan kendisine bakıyor ve "hadi, kalk namaza" diyordu sanki. Bir an aklına takıldı: "acaba bu yazar buralarda mı yoksa camide safların arasında mı? Böyle bir konuda dertlenmiş bir insanın laf olsun diye bu endişeleri taşıyacak hali yoktur, "kimin ne hali varsa görsün, yarın Hakkın divanında kendisi hesap verecek" diyecek bir tip değildir herhalde. Cami avlusunda oturup da namaza girmeyen hatta hiç namaz kılmayan insanların halini düşünüp yazmazdı adam..."

Düşüncelerden sıyrılmak için mi yoksa anı geldiği için mi bilinmez bir fırt daha çekti zift dolu kirli ciğerlerine. Sonra okumaya devam etti.

"Bir anda kendisini düz bir aynada gördü namaz vakti cami avlusunda gazete okuyan adam. Çünkü onun da elinde sigarası ve önünde yarısına kadar içilmiş bir çay bardağı duruyordu. Oturduğu yer yani bu asmanın altı, arkadaşlarıyla arada bir takıldıkları cami avlusuydu. Kimsenin kimseye karışmadığı, herkesin insan gibi tatlı tatlı muhabbet ettiği, gölgelik ve serin olan bu mekanda huzurlu olduğunu düşündü."

Acaba biri kendisini gözleyip de gizlice kaleme mi almıştı. Gazetedeki fotoğrafa bir daha baktı sonra etrafındakileri tek tek inceledi. Hiç biri resimdeki adama benzemiyordu. O sırada

-Ahmet abi üç çay, bir su alabilir miyiz?

Ses ağaçların arasında yayıldı. Lakin karşılığı gelmedi. Çay ocağını işleten görevli namaz vakti çay dağıtmıyor camideki yerini alıyordu. Keşke bu günahlarda biraz edep olsa da namaz vakti sabretseler.

Onların üç çay söyleyen sesinden biraz sonra Cami İmamı Cabbar Hocanın "Eş selamu aleyküm verahmetullah, esselamü aleyküm verahmetullah" diyen yanık sesi duyuldu. Demek ki namaz bitmişti. Allahümme ente's-selamü ve min ke's-selam diyen ses safları dağıtmıştı.

Henüz bir köşe yazısını dahi bitiremeden cemaat dışarıya çıkıyordu. Namaz vaktinin bu kadar çabuk geçtiğini fark etti köşe yazısı okuyan adam.

Son saatırları okumaya çalıştı.

Gönlü namazda olmayanın kulağı ezanda olmazmış gafletini yaşayanlar yürüyerek gelmedikleri caminin önünde yatay pozisyonda kabir yolculuğuna çıktıklarında ilk durak yine namaz olacaktır. Haydin namaza, haydin namaza; haydin felaha haydin felaha...

Ezan ne büyük ve ne anlamlı bir davet. "

Köşe yazısı okuyan adam, sigarasını söndürdü, bardağın dibinde soğumuş yudumu boğazından aşağı yuvarladıktan sonra kalktı ve şadırvana yöneldi.