Yeni nesli yetişmesi için kafa yoran adam, yepyeni kelimelerle bir şeyler anlatmak, istiyordu beyaz küçük masanın ardından. Müslüman bir zihnin inşasına çalışacaktı bu saatlerde. Her gün ders verdiği öğrencilerin temiz ve berrak (!) zihinleriyle muhatap oluyordu.

Nereden kaptıkları belli olmayan" akletme yöntemlerini" gönül dünyalarının mimarı olan imanlarına göre düşünmeleri gerektiğini anlatması gerekiyordu. Rüzgara kalıpmış bir yaprak mecburiyetiyle hayattın girdaplarında yuvarlanıp giden bu gençlerin ellerinden tutmak gerekiyordu.

Aslında her şey bir hadis-i şerif okumakla başladı biliyordu adam. "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki elde ettikleri şeylerin helal midir; haram mıdır diye düşünmeyecekler" buyuran Efendimizin can yakıcı uyarısıydı.

Demek ki zamanlar değişecek ve bir zamandan öbür zamana dönüşecek. Efendimiz (sav) öyle bir nesil yetiştirmiş ki sahabe efendilerimiz hayatlarının haram ve helal kavramlarıyla sınırlandırmışlardı. Davranışlarını, düşüncelerini, duygularını bu kavramların engininde dinlendiriyorlardı.

Müslüman zihin, hayatın her alanında günah ile sevabı, haram ile helali elektrikli tel gibi düşünecektir. Dokunduğunda insanı çarpar diye bilecektir. Böyle düşünmesi lazım ki o haramlardan uzak durabilsin.

Bu kadar çok davranış ve düşüncenin haram helal çizgisini nasıl kontrol edecektir değil mi? Bunun da kolayı var kolaylaştırın zorlaştırmayın diyen Efendimiz (sav) ne buyurmuş, hatırlayalım: "İyilik senin kalbine rahatlık verendir. Kötülük ise senin kalbini sıkan şeydir."

Müslüman zihin, kalp ile irtibatı koparmaz. Zihnin ürettiklerinin oluşmasında kalbin onayı çok önemli bir fonksiyon icra eder. Müslüman, kafasına bunu kazıması lazımdır ilkin. Önce yapacağı işin bilgisine sahip olmalı o.

Yeni nesli inşa edecek adam, bunları bir hafta önce düşündü ve az anlamı çok etti anlattı. Bir hafta sonra o konuşmaların üzerine ne koymak gerekir diye düşünürken aklı büyük bir kavramla daha tanıştı. Doğruluk/ dürüstlük.

"El emin" sıfatının hak etmiş bir Peygamberin ümmeti için çok sıradan bir şey bu "doğruluk" diye düşünürken Efendimiz (sav)in beni Hud Suresi ihtiyarlattı, deyişini hatırladı "Festakim Ümirte/ emrolduğun gibi dosdoğru ol"

Şimdi kolay değildi doğru olmak. Menfaatine ve keyfine düşkün nefis taşıyan insan, zor da gelse dürüst olmaya nasıl çabalayacaktı? Rabbimizin doğrular için hazırlamış olduğu mükafatları ve yalancılar için denkleştirdiği cezaları bilince insan biraz toparlanıyor. Doğruluk/ dürüstlük adalete vesile olur. Bir kavme kızgınlığınız sizi adaletten ayırmasın diyor ya bir ayette.

Doğru olmaktan başka bir şey gelmez Müslüman'ın elinden. Öbür türlüsü Müslüman için mümkün değildir. Neyse odur, başkası ya da öbürü değil. Lakin nefse ağır geliyor bunlar. Ufak bir yalan dolan, işler yolunda, diyemez Müslüman.

Tebük Seferine çıkmayan Kab bin Malik, Hilal ve Mürare isimli sahabeler, doğruluklarının cezasına nasıl da katlandıklarını anlattı gençlere. Doğru adam, Kab bin Malik gibi yapar. Çünkü kendisinin ifadesiyle Ya Rasulullah senden başkasının karşısına otursaydın ona bir mazerete içinde bulunduğum halden kurtulurdum ancak biliyorum ki burada sana öyle söylesem Allah sana bu bildirecektir. Benim Tebük seferine çıkmayacak hiçbir mazeretim yoktu ya Rasulullah. Benim nefsim oyaladı.

Doğru oldu, doğru konuştu; seksen münafık gibi yalan beyanda bulunmadılar. Cihada çıkmamanın cezası toplumdan tecrit oldu. Elli gün kalabalıkta yalnız yaşadılar, kimse selamlarını almıyordu, selam dahi vermiyorlardı.

Ancak ellerinden başka bir şey de gelmiyordu. Emir neyse öyle olacaktı. Doğru davrandılar, elli günün sonunda Rahman olan Allah onların tövbesini kabul etti.

Doğru olup sonuçlarına katlanma Müslüman zihnin en temel özellikleridir. Vesselam