Mü'min, her insan gibi muayyen bir hayat yaşar. Sınırlı ve ucu belli olmayan bir hayattır yaşadığı. Bir saniye uzamaz kısalmaz bir ömür için nefes alır verir. Mü'min olan bir insanın fiziksel hiçbir ayrılığı yoktur diğer insanlardan. Bilakis mü'minin işi daha yoğundur, mü'minin çilesi daha çoktur. Aynı güneşin aydınlattığı dünyada yaşar diğerleriyle. Aynı topraktan beslenir. Aynı suyu paylaşır.

Ama mü'min, kısacık hayatında ebedi değerler kazanır. Bedeni ölür, adı ebedi kalır. Geniş bir çevrede anılır, bilinir. Melekler arasında anılan, övülen biri olur. Çünkü mü'min aynı gözle daha uzağı görür, aynı kulakla daha öteleri duyar. Mü'min de insandır ama insanlığın hakkı verilmiştir onda. Mü'min kesinlikle bir melek değildir ama seviyesi meleklerle yarışan bir seviyedir.

Mü'min de kısa bir ömür sürer bu alemde; ama geniş yankılar bırakarak ayrılır oradan. O ölünce yerler de ağlar gökler de...

Mü'min, mü'min olduğu için büyük fırsatlarla iç içe yaşar. Konuştuğu, baktığı, duyduğu, ellediği, yürüdüğü, düşündüğü hatta hayal ettiği her şey onun lehine bir yatırım olur. Mü'min adeta, fırsatlar ummanında yüzer. Rabbi devamlı ona rahmetinin kapılarını açık tutar. O bir adım atar, Rabbi on yazar, yüz yazar, yedi yüz yazar. O bir der, Rabbi bin yazar. Mü'min yapar kazanır; yapamaz ondan bile kazanır. Mü'min yer içer kazanır; uyur kazanır. Şehveti onu helaline iter, şehvetini tatmin eder, yine kazanır. Mü'min ağlar kazanır; güler kazanır. Şükreden kazanır; sabreden kazanır. Tebessüm etse sadaka olur, koşsa cihat olur. 'Mü'minin hali şaşılacak şeydir; hep kazanır o. Bu fırsat sadece mü'min için vardır. Bir nimetle iç içe olsa şükreder kazanır; sıkıntıya girse sabreder kazanır. Her şey onun için hayır olur.'(Müslim, Zühd, 14-7425)

Zenginlik, mü'minin elinde iken şükrünü yaptığı için kazançtır. Mü'min olmayanın elinde ise azma sebebidir. Mü'minin malı gitse sabreder yine kazanır. Mü'min olmayanın malı gitse kendi de peşinden gider; sabredemediği için malı onu helake sürükler.

Mü'min, bütün nimetleri Allah'tan bilir; veren de alan da O olduktan sonra ne bulunuşuna şımarır ne yokluğuna esef eder. Mü'minin Rabbi ile ilişkisi mal veya bir menfaat üzerinden değildir. O tembel de değildir. Çalıştığı mal hırsıyla değil, Allah'ın rızasını talep maksadıyla olduğu için bir anlam ifade eden düzende çalışır.

İbadetten çalışmaya, ailesiyle ilişkiden vatandaşlık pozisyonuna kadar her işte mü'min, Allah Teala ile ve onun rızası peşinde olmanın farklılığını hissederek yaşar. Allah Teala da onu yalnız bırakmaz. O Allah'a yaklaşmak istedikçe Allah Teala onu kendine yaklaştırır. İşini kolaylaştırır, ufkunu açar. Azmini kuvvetlendirir, ayağını sabit kılar. O tam anlamıyla Allah'ın koruması altında yaşar. O fırsatların fırsatları kovaladığı bir dairede kalır. İmanın henüz dünya hayatında iken kendisini kurtardığını görür.

ZOR ZAMANIN AHLAKI

Ahlak bütün zamanlarda güzeldir, gereklidir. Ancak zor zamanlarda ahlak diğer zamanlara göre daha değerlidir, ahlaklı olmak isteyen için gereken himmet de daha yoğundur. Bu, sahrada ahlaklı olmakla şehirde ahlaklı olmak şeklinde bir benzetme ile de izah edilebilir. İnsanların sayısı arttıkça ortaya konması gereken ahlaki tavır da yoğunlaşmalıdır. Zenginlik elde edildiğinde ortaya çıkması gereken ahlak, fakirlikle boğuşurkenki ahlaktan daha zor bir ahlak olacaktır.

İmanın elde kor gibi taşınır hale geldiği bir zamanda ahlak elbette kolay bir beceri olmayacaktır. İnsanlar ya ahlakın şeklini değiştirecekler ve ahlaksızlığı da ahlak olarak benimseyecekleri için ortada aykırılık kalmayacak ya da ahlak ispatı zor bir iddiaya dönüşecektir. Her iki durum da ahlak için erimedir, ahlaklı için zorluktur.

Gerek ahlaka yeni bir şekil verilip, aslında gayri ahlaki olanların ahlak dairesine alınması ve gerekse ahlakın esastan gereksiz görülmesi, mü'min için elbette bir zorluktur; ama kayıp değildir. Çünkü mü'min, dininin bir emrini yerine getirirken karşılaştığı sıkıntı onun için ecre dönüşür. Kimsenin ahlaka itibar etmediği bir zamanda veya maddi değerlerin daha üstün tutulduğu ortamlarda asli kimliğini koruyup ahlak üzere kalan, bir tür cihat eden mücahit durumundadır. Şüphe ve tereddütlerin fırtına gibi estiği dönemlerin sabit ayakta kalabilenleri, cephelerinde ribat halinde olan murabıtlar olarak vasfedilmeye müstehaktırlar.

Ahlak, dinin en tabii parçalarından bir parçadır hatta ahlakın haya gibi bölümleri imandan bir parça olarak takdim edilmiştir. Ahlaktaki erime, gelgitler mü'min gözüyle bakıldığında esastan bir tehlikeyi, kalplerdeki sapmaları işaret eder. Ahlaksız bir İslam düşünülemeyeceğine göre, onun varlığı veya yokluğu ya da zayıflığı İslam adına varlık, yokluk veya zayıflık kelimelerini çağrıştırır.

Her halükarda iman davasında olanlar, ahlak adına da talepte bulunmalıdırlar. Ahlakın yükselmesini imanın yükselmesi olarak görmeli, kaybolmasını da kalplerin kayması, amellerin yitirilmesi olarak düşünmelidirler. Zor zamanlarda ahlak, zor zamanlarda iman çağrışımı yapılmalıdır. Ahlakın en mükemmel örneği olan Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve sünnetinin önemsenmediği bir zamanda yaşayan Müslümanların ahlaka verilmeye çalışılan yeni şekle karşı da ahlakın kökten yok sayılmasına karşı da kendilerini kalenin son neferleri olarak görme basiretini gösterebilmelidirler.

Farklı bir ölçü

Mü'min, kapasitesini ve imkanlarını aşan, altında kalacağı işlere girmemelidir. Ahlak, ikinci insanlara karşı mü'min kimliğimize uyumlu tavırlar sahibi olmak olduğu gibi, şahsiyetini ve mü'min kimliğin verdiği özellikleri korumak da bir tür ahlaktır. Mü'min onuru, imani şahsiyet acil korunacaklar arasında bulunmalıdır.