Hasretle bekleyenlerden idim Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarını. Kaç kitap fuarı geçti üzerinden bilmiyorum. Yayınevinin standına gidip “Hatıralar 4” çıktı mı diye sorardım.
Önsözünde “Lütfen bu yaşlı adama sıhhat ve zaman bereketi için dua buyurarak iki sene kadar da sabredip “ne zaman çıkacak?” diye meraklanmayınız” diye kendisinden söz eden M. Ertuğrul Düzdağ hocanın gönlüne sağlık.
Dün, aldığım gibi okumaya başladığım bu kitabın evveliyatını anlatmışımdır belki. Üç cilt halinde basıldı. İstanbul’da ikamet eden Saygıdeğer Hoca’mın “Ahmet, al kitabı toplatılmadan” deyişi ile içime ateş düşürmüştü. “Toplatılmak” ifadesi bir kitap için “çok ağır” ama dikkat çekici bir ifade. Acaba ne yazılmış ki toplatılması söz konusudur? İşte meraklandıran soru bu. Hoş toplatılmadı lakin kıymetli hocamın işaret buyurması yetti. On gün içinde o kadar sayfayı yedim yuttum.
Şimdi de dördüncüsü ellerimin arasında. İşin kıymetini bilen bir arkadaşıma haber verdim eserin çıktığını. Adresi alır almaz uçtu gitti. Çünkü kitabın etkisi adamı böyle yapıyor. Sizi alıp götürüyor zamanlar ötesine. Tek tek tanıştırıyor tanığı olduğu olayları ve kişileri.
Herkes anlatır maziden üç beş olay. Babamdan çok dinlerim askerlik anılarını. “Askerde aslanı kediye boğdururlar vecizesi ile başlar, “komutanın ismini bilmediği” için sıska bir askerin okkalı tokadını yediğinden bahseder ve ardından “top namlusunu tarif edişini” anlatır. Sonra o çelimsiz küçük askerden intikam alışını ve okkalı tokat atışını ballandıra ballandıra anlatır.
Bu günlerde yaşının ilerlemesi sebebiyle aynı konuyu iki, üç, dört defa anlatır. Oğlumun ifadesiyle Cumhuriyetten büyük/yaşlı bir dedenin evimizde köklü çınar misali yaşaması memnuniyet verici. Ondan dinlediklerimiz üç beş olay ve üç beş kişi.
Ancak “Hatıralar”da okuduklarımız o kadar çok ki. Onların o güzel hallerini, o mükemmel hizmetlerini letafet, zarafet, nezaket dolu kelimelerle anlatılması bize neler neler kazandırıyor bil bilseniz.
Görmeden aşık oldukları zatlara seni de hayran bırakmıyor mu, kesiliyorum orada. Gözyaşların özgürlüğe kavuşmak istercesine yerinde duramıyorlar.
Hafız Sadeddin Kaynak Beyefendinin anlattığı bir hatıra yüreğimi çatlatacaktı. Zira olaya şahit olanların da yürekleri pare pare. Üstad kendi hatıralarının arasında böyle güzel insanların hatıralarını da anlatınca eser “alimler meclisine” dönüyor. Sayfa 90’dan başlayan ve 95’te son bulan Hafız Sami’nin Sultan Reşad Han zamanında Süleymaniye Camiinde Valide Sultan’ın mevlidinde mevlid okuyuşu anlatıyor.
Olayı burada o lezzetle zikretmek mümkün değil lakin, evvelki sahifelerin okuyucuyu taşıyacağı ruh atmosferini verememenin acziyetini yaşamak istemem.
Hatıra okumayı hassaten çok severim. Deha siyasetçi II. Abdülhamit Hanın Hatıralarını, büyük edebiyatçı Mahir İz Hocanın hatıralarını, büyük alim Hayrettin Karaman Hoca’nın üç ciltlik hatıralarını, vb. okudum. Kaç güzel insanla tanıştım. Eserlerini okuduğun her hocanın talebesi kabul ederim kendimi. Hürmetim artar, yeri geldiğinde imkanlarım elverdiğince saygıyla ziyaret ederim kabirlerini.
Yıllarca önce sevgili kardeşimle Konya’nın Üçler Mezarlığında Üveyiszade’nin kabrine götürdü. Dua ettik, kadr ü kıymetinden bahsetti, yeterince anlayamamıştım. Meğer Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun amcası imiş. Yapılan benzetme şu “Konya’nın ikinci Mevlana’sı”
Ali Ulvi Kurucu Hocanın samimi arkadaşları, ziyaret ettiği yerler, Medine’de görüştüğü ve dertleştiği hacılar… Ortak bir nokta hepsi alim, fazıl, İslam için gayret eden insanlar.
Dördüncü cildin içindekiler kısmı size bir kameranın objektifi gibi öteleri gösteriyor sanki. Onların gönül dünyalarını, fikir iklimlerini, hizmet gayretlerini görüyorsunuz. 1947’ye kadar Hacca gitmeye izin yokmuş ülkemizde, Cumhuriyet Devrinde dindar insanların başına gelenler, Mekke ve Medine’nin vaziyeti, petrolden önce ve petrolden sonra diye yapılan takvim, gelişen olaylar vb…
Anlatmakla bitiremem. Yazıyı kısa kesmeliyim zira bu akşam bu kitabı bitirmeliyim. Aslında bitmesin kitap her zaman konuşalım. Ondaki anlatım güzelliği dilinize de hakim olursa ne ala. Balla şerbet…iyi okumalar.