“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı,hatta boğarım...
-Boğamazsın ki
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam”
Bu gün o büyük eserinden dolayı andığımız milli şair, İslam şairi Mehmet Akif Ersoy anlama çabası içinde olmalıyız. Şu kambur dünyanın üzerinde bizlerden önce yaşamış ve her neyimiz varsa bizlere emanet etmiş ceddimizi tanımak ve onları anlamak mecburiyetimiz vardır.
Bu öyle bir mecburiyettir ki “geçen geçmişte kalmış” diyerek sıyrılabilineceğimiz bir hal değildir. Bu durum geleceğimizin nasıl olacağını belirleyen bir unsurdur. Yani atalarımıza karşı tutumumuz bizim nerede durduğumuzu, kim olduğumuzu işaret eden bir vaziyettir. Atalarını tanıyan bu milletin evlatları kimlik ve kişilik problemleri ile karşılaşmayacaktır.
Okul sıralarında iken kendilerini andığımız insanlara dikkat edelim bir. Bu insanlar ya devlet adamı ya din büyüğümüz ya da milletinin önünde yürümüş sanatkarlardır… Sıralamayı uzatabiliriz.
Millet hayatına dokunanlar, milletin zor dönemlerinde kendi nefislerinden geçip milletine can feda edecek kadar büyük insanlardır. Doğal olarak her insan sever fedakarlık yapanları. Hele hele gençler… yeter ki cesaret örneği görmesinler hemen peşine takılırlar. Hürriyet aşığı şairler, bağımsızlık düşkünü liderler, insan sevgisi ile coşan peygamberler… Fedakarlık abidesi insanlar bunlar…
Komünist olmuş, faşist olmuş, dindar olmuş fark etmiyor gençler için. Dinledikleri ve doğru buldukları fikirler için canla başla çalışan her öncünün ardına takılmaktadırlar. Ancak onları öncü yapan hakikatli fikirler her zamanla doğru anlaşılmama sebebiyle heba edilen bir çok fidanlarımız toprağın bağrındadır şimdi.
Aşkla işini yapan herkes fedakarlık yoluna girecektir. Cesaret, atılganlık, yorulma bilmez bir yürüyüştür başlanılan… Bir de kalemi, bir de dili davasına hizmet etmeye başlamışsa o anılmaya ve geleceğe kalmayı hak etmiş bir insandır.
İşte Mehmet Akif Ersoy da bunlardan biriydi. En iyiyi (sav) en güzel şekilde modellemeye çalışmış bir insan olan Akif’in yüreğinden kopan inciler “Safahat” isimli eserinde toplanmıştır. Eser her zaman sahibine işaret eder ve en iyi tanıtıcı da eseridir. Kendi yüreğinden, kendi kaleminden saçılanları şimdi bizler meydanlarda seslendiriyoruz.
Bazı eserlerinden ruhunun haritasını çıkarmak mümkündür. Yalnız İstiklal Marşı şiirinde o bizar bu milletin ruh kodlarını okumuş gibidir. Hicret esnasında mağarada ikinin ikincisi Ebu Bekr (ra)’a Efendimizin (sav) kelimesi ile başlıyor. Zira o da varlık- yokluk meselesi idi bizimki de… “Korkma” diye seslendi Bedrin aslanlarına benzettiği ordunun neferlerine. Tek ocak, tek fert kalsa da bu bayrak yani bağımsızlık asla vazgeçilecek bir şey değildir.
Sonra bayrağa seslendi. Rabbimiz vatan uğruna dökülen kanlardan memnun mu bize söyle dedi. Rüzgarın sahibi olan Rabbimizin kabulünü bayrağın dilinden/halinden öğrenmek ister. Sen dalgalan ki biz de anlayalım.
Sonra şair, batının vahşi medeniyetinin dökülmüş vicdan dişlerinin tasvirini yapar. Dişsiz bir canavar havlasa ne olur havlamasa ne olur. “Arkadaş” diye seslendiklerinden bir şey ister. Göğsünü siper et ve durdur zulmü. Allah va’ad de bulunmuştur. Zafer yakındır. Sonra ellerini İlahi dergaha açar, ezanlar susmasın, mabetler kapanmasın, şehitlere saygı duyulsun ve vatandan ayrı düşmesin ister. Ancak yıllar sonra Mısır’da iken Şeyhu’l-İslam Mustafa Sabri Efendi’nin “Akif Bey,neden Ankara Hükümetini destekledin de Halife’nin yanında olmadın yani bizimle beraber hareket etmedin?” diye siteminden sonra Akif’in sözü ciğer parçalar ama… “Ben böyle olmasın diye çok uğraştım…”
Şimdi ilahi metin değil ancak ulvi bir metin olan İstiklal Marşını aşkla söylemek lazımdır...