"Vicdansızlığın Kitabı"nı yazmak istiyordu genç yazar. Küçük, masum çocuklara yapılan zulmü, baskıyı, korkuyu en canlı kelimelerle en dokunaklı cümlelerle okuyucusuna aktarmayı arzu ediyordu.

İstiyordu böyle bir kitabı yazmayı ancak amacının ne olduğunu tam kestiremiyordu, nasıl ve nereden başlayacağı da ayrı bir dertti.

"Açlık" kitabının yazarı Knut Hamsun gibi deneyebilir de... O kitapta yazılanları okuyanlar, yazar bunları yaşamış olmalı ki yazabilmiş, diyorlardı.

Elbette bir şeyler karalayabilirdi. Lakin tüm çabası işaret etmekten öteye geçmeyecektir. Kolları gergin ve heyecanlı bir ses tonuyla "işte zulüm bu!!!" diyebilirdi o kadar. Ne Leyla ne de Eylül'ün yani o masumların yaşadığı korku ve endişeyi, anne özlemini, baba sevgisini yazamayacağını düşündü. Yüreği yananları yani ateşin düştüğü yerin sahiplerini düşündükçe kalemi elinden bırakmalı kelimelere küsmeli masa başında acizliğin derinliğinde gözlerin nemlenmeli ve öylece beklemeliydi belki de...

Bunu da yapmadı değil duygusal bir yoğunluk girdabında dönüp dururken kelimelerin ahenkli uyumundan ümidini kesmediği fark etti. Haberleri dinlerken spikerin dudaklarından dökülen kelimelerin gönlünde gam havası estirdiğini bizzat yaşanmıştı.

Her kelimenin belli belirsiz bir duygu değeri taşıdığını biliyordu. O kelimeleri bulup göreve çağırmalı ve ardı ardına dizmeliydi. Vicdan sahiplerinin, insanlıktan nasiplenmişlerin harekete geçmesini sağlayabilirdi. Yüreğine dokunurmuş insanları caddelere, meydanlara döküp "Vicdansızlar Kitabı"nın baş zalimlerine yönelik adalet isteklerini dile getirebileceklerini yazabilirdi. Gönlüne su serpecek bir şeyler düşünmeli ve birlikte bir şeyler yapmalıydı. "Empati"denen etkileşim mekanizmasını çalıştıracak anahtar parmaklarının ucundaydı. Sokaklara dökülen insanların dilinde, deliren akıllara bir gram sükunet verecek "idam!!! İdam!!!" diye bağırttırabilirdi. Bu seslenişler tatmin olmaya yetecek miydi, oluşturulan öfkeli kalabalığın azgın bir sel gibi ne yapacağını, ne söyleyeceğini, bunu istismar etmek isteyeceklere fırsat vermemeyi nasıl ayarlayacaktı? Bağrı yanık insanlar bu yangına eşlik etmeyenleri dengesizce suçlar mıydı? Bunları kestiremiyordu hatta düşünmek bile istemiyordu...

Kelimeler... Ah bu kelimeler, ne büyük güç sahibidirler? Barut fıçısına kadar ulaşan fitilin ucunu ateşlemek anlamına gelecek kelimelerden uzak durmalıydı genç yazar. Fakat bu masum yavrularında da kanı yerde kalmalıydı. Gerçi yerde kalmış kanlar bir yeraltı denizini andırsa da bir yerden sonra, bir vakitten sonra kurutmak gerekecekti bunları. Gönülleri rahatlatan adalet, hükmünü verdikçe hak yerini bulacak ve daha güzel günler gelecekti ya... Güzel günler gelmese, gelemese de bu dünyada şükür ki mutlak adaletin olduğu bir hesap günü vardı. İnsan hayatını bir bütün olarak görmeye başladığında ahirette buluşma ümidine sarılıyordu. Değil mi ki inanıyorlardı kaza ve kadere... Değil mi ki Kainatın Sahibi adaletle hükmedecekti? Bu inanç onları rahatlatıyor ve güçlü kılıyordu.

Zalimler bir gün hesap verecek, canına kıyılan o masumlarla yüzleşecekler ve haklarını alacaklar... O vicdansızlar, haksız yere masum bir cana kıymanın bedelini, ebedi cehennem ateşinde kavrularak ödeyecekler o zalimler.

Bunları biliyor ve bunlara gönülden inanıyordu genç yazar. Yüreği kavrulmuş anne babalar da elinden bir şey gelmeyenler de geri gelmeyecek bu canlıların ardından teskin ve teselli bulmuş olacaklardı böyle düşünmekle.

Fakat vicdan sahibi insanların aradığı şey Eylül yavrunun, Leyla yavrunun katilleri ne olacaktı? Yazar meydanlarda haykırılan "idam, idam" seslerine kulak veriyor ve "kısasa kısas" diyordu, "kısasta hayat var" diyordu. Bir masum cana karşı, bir zalim can... Çekin şu yağlı urganı, sallandırın zalimleri ibreti alem için...

Toplumsal vicdan yara almıştır. Sarıp sarmalamak gerekir şefkatli adaletle. Kim ne zarar verirse aynısını kendisi de görecektir" prensibini tüm vicdanlara kazımak lazımdı. Eylüller, Leylalar ölmesin diyenler, onların katillerini yetiştiren her türlü bataklığında kurutulmasına el birliğiyle karar verilmelidir. Zalimleri, katilleri, canileri, sapıkları üreten bataklık kurutulmadan böyle taleplerde bulunmak havanda su dövmektir ya da kandırmaktır herkesi.

Kelimelerin hızıma yetişemiyordu genç yazar. Her zaman olduğu gibi duygusallıkla başlamış yazarken düşünmüştü. Duyguları coşturan kelimeleri ararken fikrini dile getiren kelimelere varmıştı yolu. Öyle olması gerektiğine de inanırdı her zaman. Duygusallıkta kalmak tekrar tekrar aynı acıyı ya da sevinci yaşamak hayatın gereklerinden koparır insanı. Duygularını kontrol eden bir akıl taşımalı insanlar yoksa "Vicdansızlığın Kitabı"nın kalınlığı artabilirdi. "Akıl, adalet ister; vicdan, şefkat ve merhamet..." dedi ve kalemin bıraktı genç yazar.