Yazacağım konuya uygun bir başlık olmadı. Başlığı okuyup ardından gelen satırlara göz gezdirenler ne alaka diyecek belki de.

Pazar günü İstanbul'daydım. Sevgili öğrencilerini zaman zaman ziyaret eden, onları güzel İstanbul'da yalnız bırakmak istemeyen biri olarak bu ziyaretler asla yeterli değildir, biliyorum. Bir öğrencimin evinde mükemmel kahvaltının yanına eşlik eden muhabbet dolu dakikalar içindeki memnuniyetlerimi belirtmeliyim. Yürürken ya da ayakta yapılan muhabbetin tadına doyum olmuyor, ve'l hasıl.

Bir saat gecikmeyle Mihrimah Sultan Camiinde eda edilen ibadetlerin ardından bir bardak çayın hatırına takılıyoruz cafe denilen nezih bir mekanda. Tarihin, adım başı kendini bir binanın üzerinden hissettirdiği Üsküdar'dayız. Bu mekanın bizi çeken tarafı masanın üzerine bırakılmış "bizim kafadan yazarların eserleri" olmasıydı.

Önündeki masada Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Edebiyat dersleri isimli eseri duruyordu. Parmaklarımın arasına sıkışan bölümü açıyorum; Yahya Kemal. Bu hafta okulda onun şiirlerini okuyacağız ve şiir hakkındaki görüşlerini paylaşacağız.

Masamızın ismi Fuzuli Masası. Karşımdaki masanın ismini okuyorum Malcolm X masası... İşte yazının başlığına ilham olan durum bu. İki masanın birleşimi ve etrafında bir matematik, bir felsefe ve bir de edebiyat öğrencisiyle bilgi ve kültür dolu muhabbetler yapıyoruz. İki sözün belini kırıyoruz anlayacağınız. Söz sözü açıyor, edebiyattan girip tarihten çıkıyoruz. Güncele ve aktüele boğulmuyoruz.

Çaysız meşk, tat vermez gönlümüze. Gelsin çaylar. Her yandan edebiyat fışkırıyor. "Hocam, yan tarafta küçük bir kütüphane var. Bazen canlı ney üflenir..." deyince öğrencim gönül ikliminde bir dalgalanma oluyor. Günler önce Erzurum gezisindeki canlı türkü faslını hatırlatıyor ve zikrediyorum.

Şu müzik ne kadar ilginç bir şey. İnsanın ruhunu, bedenin esaretinden kurtarıp hayal alemlerinde seyr ü sefer yaptırıyor. İnsanı sıkıntılı dünyadan kurtarıp özgürlüğe uçuruyor.

Bu masa konusu bizim İkinci Yeninin meşhur şairlerinden Edip Cansever'in "Masa da Masaymış Ha" isimli şiirini hatırlattı. Ne diyor şair;

Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kaseye çiçekleri koydu.

Sütünü yumurtasını koydu.

Pencereden gelen ışığı koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu.

Ne Yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu...

...

Şiir diğer kısmını merak edenler okusunlar.

Bir masanın etrafından muhabbetle başlayan bir gün Tanpınar'ın Huzur romanı gibi bizim gezimizde devam ediyordu. Balaban Tekkesine nazar ediyoruz bir müddet sonra. Dursun hoca her yaştan insanın katılımı ile Osmanlıca okumaları yapıyordu. Üst kattaki Has Oda'da ud çalışmaları sürüyordu. Nezih ve pırıl pırıl bir mekan.

Yedi Hilal Derneğinin yakın zamanda açtığı Yedi Güzel Adam kütüphanesine gidiyoruz. Köşe başında Fatih Mahkemesi yazıyordu sanırım. Küçük kubbeli bölümler, en güzel biçimde düzenlenmiş ve okuyan araştıran gençlerle dolu idi. Pazar günüydü ve kütüphane açıktı.

Daha sonra Süleymaniye Camiine geçiyoruz. Bu sefer delikanlılarla beraberiz. Meşhurların gelip tattığı -ki bunu dükkanın duvarlarındaki resimlerden anlıyoruz- lokantada doyuruyoruz karnımızı. Camiin içine geçiyoruz. Medrese usulü ders yapan ilahiyat öğrencileri: "Dürer" okuyorlar ve hocaları dinliyor.

İlim bir damardan daima ilerliyor. Gençler eskimeyen usulle devam ediyorlar temel metinleri okumaya. Pazar günü bir ikindi sonrası ve bazıları ilim peşimde.

Biz de Süleymaniye'nin bir kıyısında, demir parmaklı pencereden Galata Kulesini ve boğazı izlerken saçıyoruz bildiklerimiz. Bildiklerimizi öğretiyoruz ki bilmediklerimiz öğretilsin bize.