Bunca yazıyı yazan bir kalem erbabı, kendi eşi ve çocukları ile ilgili bir yazı yazamaz mı?

"Yazabilir, çünkü..." veya "yazamaz değil ama yazmaz, çünkü..." gibi bir paragraf başı oluşturmak bu kadar zor mudur?

Düşünce dünyasının ufukları gözle görülmeyecek kadar uzaktır. Hatta ufuk diye görülen çizginin yanına varılınca ardında bir başka ufuk çizgisini daha göreceğini herkes bilir. Öyleyse girişte belirtilen meseleyi düşünce dünyamızın farklı ufuklarından seyredebilirsiniz.

Eğer kişi erbab-ı kalem ise kalemi eyleme zorlayan düşünce yani fikir, zihin dünyasına düştüğünde bir kelebek etkisi ile dalgalandırır satırları.

Ailesinin fotoğraflarını sanal alemde yayınlayan ve bunları başkalarının (ilgilendirmeyen ya da ilgilendiren kişilerin) gözleri önüne sunabilen birilerinin yanında pekala birileri de yazabilir ailesi ile ilgili ne varsa.

"Ne varsa..." fazla abartı oldu galiba. Her insanın boyutları ve mahiyeti farklı da olsa mahremiyet algısı yani bir manevi sınırı vardır.

"Çok çirkin/çok basit..."ten başlayan ve "başkaları için mahrem..." gibi başlangıç ve bitiş noktaları tespit edilecek sebepler dünyasında yaşadığımızı biliyoruz. Hatta bu sebepler dünyasına dikkat ettiğinizde bazı ilkeler yani prensipler, bazı inançlar veya bazı tutumlar boy gösterir. Ailesi ile ilgili verileri sosyal medyada paylaşanların iki üç sebebi varken ailesi hakkında yaz/a/mayanların sebepleri daha çetrefilli olduğu görülür. Son bir not daha ekleyelim: Ailesi ile fotoğraf çekip paylaşanlar, eşi ve çocuklarının bizzat kendileri değil yedikleri-içtikleri ya da bulundukları mekan ile bağlantılı kurarak veriyorlar pozlarını.

"Dostlar öyle güzel yemekler tattık ki..." gibi cümlelerden "dünyanın en güzel mekanlarından birinde bulundum..." anlayışına kadar iki temel düşünceye yaslanırlar.

Fakat bazıları da kendi saçını-başını, yeni kıyafetlerini ekrandan görmek ve göstermek isteyenler özde kendinden değil, biçim veya tarzını ön plana çıkarmaktadır, diye düşünüyorum.

"Bu kıyafetlerle ben... Bu saç modeli, bu makyaj ile ben..." demek isterler belki de. Uzak fiziki dünyadan yakın fiziki dünyaya yaklaşsalar bile özlerinden bahsetmez ler ya da bahsetmek istemezler.

İşin ardında şu hakikat var. "Görüntünün" yapabileceği budur, göstermek. O da gözlerinin önünde cereyan olandır. Ama anlatmak, ama anlam kurmak, kelimelerin işidir o da kalem erbabına düşer yani kalem erbabının işidir.

Mahremiyetin dar (ya da kişiye göre değişir geniş ve saygın) sınırları içinde tabii ki de çok farklı anlatım yöntemleri vardır.

Eşimi anlatırken; yaptığı leziz yemeklerini, takıp takıştırdığı takılarını, eşe dosta nasıl muamele ettiğini, erkeğine ve çocuklarına karşı tutumlarını, okuma çabasını, sosyal çevresine, kendi akrabasına ve eşinin akrabasına yaklaşımını, parayı kullanma biçimini, evi temizleme şeklini, çamaşırları yıkama sıklığını, boyunu-posunu, siyaset alanındaki yorumlarını, iletişim kurma kabiliyetini, insanlarla yaptığı telefon görüşmelerini, sosyal medya kullanım tarzını, aile içine veya dışına yönelik titizliğini anlatınca uzun uzun cümleler kurulmuş olabiliriz...

"Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;

Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!"

diyen Necip Fazıl ü katlı evinin anlatışı vardır ya hani. Üst katta elinde tesbih zikreden babaanne, orta katta batı taklitçisi konken oynayan annesi, alt katta tamtam da çığlıkları ile kız kardeşi...

Acaba edebi eserlerde yani romanlarda, hikayelerde ve şiirlerde evinin, eşinin, kalbinin içini yazan kaç sanatçı vardır. Belki şöyle söylemeli; yüreklerden dökülen her anlam, aslında mahremiyetten izler taşımaz mı? Ne demiş, diyenlerden biri: "Evlenin, mutlaka evlenin. Ya mutlu olursunuz ya da filozof..."

Evlenip de mutlu olan filozof yok mudur acaba? Düşünen adamı mutsuz kılacak onca şey varken evliliğe bağlanmak daraltır işi...

Son söz olarak, anlaşılan ben anlatamayacağım kalem erbabındanım ya...

Yeri gelir de onun sevgili eşimin büyüklerine hürmet ederken onlara nasıl değer verdiğini, aile birliğini ifade eden yemek sofrası buluşmalarındaki hassasiyetini, baba ve annesine nasıl kızdığını ya da sevdiğini, kardeşlerin her derdini gidermeye gayret edişini, tam bir maliye bakanı olarak bütçeyi yönettiğini, yatırım ve proje uzmanı olduğunu, kısacası nasıl hükümet gibi bir kadın olduğunu, bilge bir filozof, iyi bir dert ortağı olduğunu, Kızılay gibi yardımseverliğinden bahsedebilirim. Karakterine yerleşmiş samimiyetin her davranışına kan verdiğini anlatabilirim. Yeni yemek tariflerini öğrenişini, kan şekerinin nasıl düşürüleceğini ve İkbal Gürpınar ila sosyal medyada nasıl iş tuttuğunu anlatırım.

Yeri geldiğinde ama....