MACAHEL'İN ÖTESİ-6

Gürcistan'ın Batum şehrine, dedelerimizin izlerini takip etmeye gittik. Aslında burası bir Osmanlı şehri... Ama 1.Dünya Savaşı sonrasında kaybetmişiz. Yıkılıp giden Osmanlı ile birlikte burada yaşayan Müslüman halkın da umutları yıkılıp gitmiş. Çareyi Anadolu'ya göç etmekte bulmuşlar.

Rus zulmünden kaçan kurtulmuş, Macahel'in bu tarafına, Anadolu'ya sığınmış, dedelerimiz gibi. Kalan Macahel'in ötesinde, dalından koparılan bir yaprak misali savrulmuş kalmış. Macahel'in ötesinde savrulmuş bir Osmanlı nesli var. Onlar Rus ve Hıristiyan baskısına rağmen bir asra yakın süredir var olmaya çalışmışlar.

Bir kısmı Hıristiyanlaşmış, bir kısmı tarih ve kültürünü unutmuş. Bir kısmı da, Batum'un tek camisi Orta Camii gibi Osmanlı hatırası olarak dimdik ayakta kalmayı başarmış. Köy ve yaylalarında Türk-İslam Kültürünü gelecek nesillere taşımanın savaşını vermişler.

Dün de yazdım; "Tiflis merkezli gürcüler, Müslüman olan gürcüleri, gürcü olarak görmüyor. Osmanlı ve Türk kabul ediyorlar. "Gürcü olsa olsa Hıristiyan olur, Müslüman olmaz" anlayışı hakim."

Buraya Kafkasların Kudüs'ü demek çok yerinde olur. Her geçen gün Haçlı baskısı artıyor ve Müslüman nüfus azalıyor maalesef. 1877-1878 yılları arasında süren Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Rusya'nın işgaline uğrayan bu topraklardan dedelerimiz göç edip gelmişler Anadolu'ya. Bu yüzden onlara Osmanlının kullandığı Hicri ve Rumi Takvim dikkate alınarak, 93 Muhaciri demişler.

SSCB'nin buraya hakim olmasından sonra buradaki Müslüman halkın Türkiye ile bağı tamamen kopmuştu. Akrabalar yıllarca birbirlerinden haber alamamışlardı. Doğanlar doğmuş, ölenler ölmüştü. Biz Batum'da, dedelerimizin anlattığı hikayelerin peşine düştük. Dedelerimizin göç edip geldiği köyü bulmak için yola çıktık.

Yolları yollarımız gibi, dağları dağlarımız gibi yerlerden geçtik. Bir başka ülkede olmamıza rağmen hiç yabancılık çekmedik. Mavi ile yeşili tıpkı bizim gibi idi. Sanki buralara daha önce gelmiş gibiydik.

Derelerden, sulardan, köprülerden geçtik. Kıvrıla kıvrıla yükselen yollardan zirvelere çıktık. Gördük ki, dedelerimizin geldiği topraklar, Anadolu'da yerleştikleri topraklarla ikiz kardeş gibi.

Biz Anadolu'dan 3 kişiydik. Ömer Şen, Nurullah Eren ve ben... Ömer Şen ile aynı köydendik. Hem Türkiye'de, hem de Maçahel'in ötesinde. Bu gezimizde, İnegöl'de Tüfekçikonak Mahallesi'nde yaşayanların bir kısmının dedelerinin geldiği köyü bulduk.

Köyün adı Dghvani. Muhteşem doğa, harika bir manzara. Bizim Türkiye'de yaylalarımızın kurulduğu bir yükseklikte güzel bir köy. İşte Ömer ile benim dedelerimin geldiği köy burası idi.

Köye giderken, geçtiğimiz deresinden dedelerimizin göç ettiğini düşündüm. İşte bu taş köprüden geçmiş olmalı idiler. Şu ormanlardan saklanarak geceleyin yürümüş olmalı idiler. Dedelerimin anlattığı göç hikayelerinde geçen tarlalar burası olmalı idi. Şu derede şehit düşmüş olmalı idi nice muhacir...

Geride İneklerini, koyunlarını, köpeklerini bırakmışlardı. Köyü gören son tepeden, son kez bakmışlardı köylerine, gözleri yaşlı. Geride bıraktıkları köylerine, dumanı tüten evlerine, her şeye rağmen geride kalmayı tercih eden akrabalarına, toplanmamış meyve ve sebzelerle dolu bahçe ve tarlalarına bakarken gözü yaşlı, son kez hayvanlarının seslerini işitmişlerdi.

Bu duygu yoğunluğu ile vardık Dghvani Köyü'ne. Köyün girişinde bizi dedelerimizden kalma Osmanlı Camisi karşıladı. Sevdiğine kavuşan bir aşık gibi koştuk camiye. Kestane ağacından yapılan, her yerine çiçek motiflerinin ve Osmanlıca yazıların işlendiği ahşap camii, acı tarihine ve şahit olduğu çilelere rağmen dimdik ayakta idi.

Girişte, kapının yanındaki duvara bir vapur resmi çizilmişti. Muhacirleri Karadeniz'de alıp İstanbul'a götüren Abdülhamit'in vapuru olmalı idi bu. Ve mısır tarlası resmedilmişti. Çiçekler, bahçeler vardı duvarlarda. Osmanlıca harflerle; "Sabrın sonu selamettir, hayat imtihandır, bu can sana emanettir, uyma nefsine" gibi mesajlar vardı duvarlarda. Mihrap, minber ve kubbesinde, ahşap oymacılığının ve renklerinin, en güzel eserlerini sergilemeye çalışmışlar kendi imkanları ile.

Tüm ihtişamına rağmen cami gidenlerin ardından öksüz ve yetim kalmıştı. Bakımsızlık ve yalnızlığından anlaşılıyordu bu garipliği. Namaz kılarak hasret giderdik camiyle. Maçahel'in ötesinden getirdiğimiz selam ve duaları paylaştık. (DEVAM EDECEK)