100 yıl sonra bugün: -İslam coğrafyası yine büyük coğrafya.
-Bu coğrafyada 1 milyar 700 milyonluk İslam nüfusu var.
-Ama bu coğrafyadaki devletler, İslam öncelikli olarak tesis edilmiş değil, bunun yanında devletlerin birbiriyle ilişkisi bir "İslam bütünlüğü" arzetmiyor. En başta birbiriyle ilişkileri sorunlu. Başka başka birliktelikler içinde İslam'ın ortak gücünü zaafa uğratacak güç kullanımları gerçekleştiriliyor.

-İslam dünyası dediğimiz dünyanın insan sermayesi sorunlu.
Üç bakımdan sorunlu: Bir, zihinsel kapasite olarak yeterince emek verilmiş değil. İnsan sermayesini zihinsel olarak yeterli donanıma kavuşturacak olan "Eğitim alanı" en gelişmiş İslam ülkesinde bile ciddi sorunlar yaşıyor. "Bilgi açığı" insan sermayesinin en büyük zaafı. Bu gerçeklik, İslam dünyasının büyük insan kütlesini "Tüketici" hale getiriyor, bu sebeple de bilgi-teknoloji alanına milyarların emeği akıyor.

İki, bu noktadaki üretici - tüketici ilişkisi, aynı zamanda bir kültür taşıyıcılığı niteliğine bürünüyor ve zaman içinde İslam'ın insan unsuru, bilgiye - teknolojiye yüklenen kültürle değişime uğruyor.

Burada edilgen olan taraf olmak, İslam'ın insan kütlesi adına büyük tahribat zemini.Üç, ister yukarda işaret ettiğimiz edilgenlik, ister kendi sosyo - ekonomik - siyasi ikliminde yaşanan savrulmalar sebebiyle İslam - Müslüman ilişkisinde kişilikler ciddi açı farkı ile malül.

Yapılan araştırmalara bakıldığında, İslam'ın insan - toplum hayatına taşımayı amaçladığı erdemler noktasında İslam ülkeleri, İslam dışı ülkelerden bile alt sıralarda görünüyor. Bizim dinimizin "Erdem" diye nitelediği vasıfların, başka toplumlarda bizden daha çok yaşanıyor olması, gerçekten insanoğlunun en dramatik işlerinden birisi durumunda.
Hem İslam'la aramızda oluşan mesafe, hem dünyevi ilimler alanında zihinsel birikim zaafımız, İslam dünyasını "Güç planında" ciddi anlamda geri plana sürüklüyor.

-İslam ülkelerindeki devlet - toplum, sistem - toplum ilişkileri de, o toplumun gücünü büyüten değil, aksine azaltan bir nitelik taşıyor. Pek çok İslam ülkesinde sistemler de, yönetim kadroları da, 100 yıl öncenin hakim güçleri tarafından belirlenmiş durumda.

Bu da, toplumlarla devletleri ve sistemleri, hakim - mahkum ilişkisine sokuyor, toplumlar bir tür cendere niteliği taşıyan sistemlerden ve devlet baskılarından kurtulmak için mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Oysa devlet, bir toplumun kendini koruma gücüdür ve devlet - toplum ilişkisi ne kadar sıhhatli ise orada o ölçüde güç birikimi vardır.

-İslam dünyasının ekonomik, askeri gücü, bir "Ümmet bütünlüğü"nün gücü olmanın ötesinde, en azından dağınık, ama daha kötüsü, bazan tek tek karşıtlıklar içinde, bazan da başka güçlerle işbirliği ile birbiriyle vuruşur, birbirini azaltır, çökertir, yokeder konumdadır. Burada, ülkelerin birbiriyle ilişkisini İslami önceliklerin tayin ettiğini söylemek mümkün değildir. Ya da herkesin kendine göre bir "İslami öncelik" oluşturabildiği Makyavelist bir mantık işler durumdadır.

Bütün bunlar İslam'ın gücünü azaltan, boşa akıtan, birbirine karşı kullanma cinnetine sokan davranışlardır.

-Medya ve iletişim alanı, İslam dünyasının çok daha derin bir zaafı barındırdığı alan. Ki bu alan, günümüzde silahlı güçler kadar etkin hale gelmiş bulunuyor. Güce sahip olmanın en hayati zarureti, eğer, İslam'ın mesajını farklı insan ve toplumlara taşımak ise medya - iletişim zaafı İslam adına böyle bir güç zaafını ifade ediyor. (DEVAM EDECEK)