Hayat ufacık zamanlara küçücük mutluluklar serpiştirmek midir? Yoksa bir hüzün deryasında yüzüp ıslanmak mı?
Umudun kıyısında gezinip hayallere tutunmak mı, çaresiz bir kenarda unutulmayı beklemek mi?
Tezatlıklar arasında serencam, gel gitler arasında bir yaşam... Sahi biter mi derdi dünyanın? Derdi dünya olanın, dünyası dert olur, derler arifler...
Yüklerinden kurtulmadan hafiflenmez elbet. Kat ve kat sırtlandığımız, omzumuzu çökerten dünya telaşları.
Kimimiz bir hırsın peşindeyiz, kimimiz makam- mevki derdinde, kimi haset ateşini körüklüyor içinde, kimi ötekinin sahip olduklarının peşinde.
Şan, şöhret, güzellik, zenginlik, mal, mülk, dünya adına ne varsa sırtlanmışız yükler üzerimizde. O yüzden dertlerimiz bitmek bilmiyor nedense.
Mutsuzluğumuz, kederlenmemiz, kendimizi ve birbirimizi yiyişimiz de hep bu durumdan kaynaklanıyor. Başkasında olana göz dikmemiz ya da biz de olanın sahibinin ebedi kendimiz olduğunu sanmamız.
Ne tuhaf! Fani iken üzerimizdeki nimeti baki sanacak kadar ahmak olabiliyoruz...
Giydiğimiz gömlekler çeşit çeşit; hırs, haset, kıskançlık, kibir, bencillik, gurur... Derken tenimize adeta yapışmış gömleği soyup çıkaramıyoruz.
Belki de hayatı onlardan ibaret sanıp aldanıyoruz. Gayesi olmayınca insanın tek gerçeği dünyası oluyor demek ki. Oysa bir silkelense ve atıverse yüklerini teker teker, omuzlarından bir dağ kalkacak.
Gözünü bürüyen perde aralanıp ışık saçacak. Gönlünü daraltan, bunaltan ne varsa silinip ferahlık kaplayacak. Ve o zaman anlayacak insan olmanın güzelliğini, kainatın gerçeğini...
Yüklerinden kurtulunca kendinde saklı cevheri keşfedecek, dünyası güzelleşecek ve yaşanılır bir hal alacak.
Divan Şairi Şeyh Galip'in dediği gibi;
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen,
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen...

( Kendine dikkatlice bak; sen alemin özüsün.
Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.)

SEVDA ÇEVİK