Rahmetli Seyit İlşekerci'nin eczanesinde oturuyordum. İçeri genç bir karı-koca girdi. Bana "Hocam, sizi televizyonlardan tanıyoruz. Bizim dedelerimiz de Çanakkale'de kalmışlar. Dönmemişler. Bir sorumuz var. Çanakkale Savaşlarına katılıp da en son gelen kaç tarihinde geldi?" diye sordular.

Ben: "Kayıtlara göre en son 1952 de iki kişi dönmüş. Biri Burdur'a, diğeri Zonguldak'a dönmüşler." Dedim.Yanımda oturan Üçpınar köyünden Remzi isimli arkadaş atıldı: "Hocam, o da bi şey mi? da bi şey mi? Bizim köye tam 64 yıl sonra biri çıktı geldi.."Ben çakı bulmuş çocuk gibi sevinerek atıldım: "Nasıl oldu? Anlat bakalım."

1978 yılında Balıkesir İstasyonunda elinde bir torba, garip kıyafetli yaşlı bir ihtiyar iner. İstasyon önündeki taksilerden birine sorar: "Oğlum, beni Üçpınar köyüne götürü müsün? "Götürem amca, bin arabaya?"

O zamanlar Üçpınar'a giden yol, eski garajın üzerinden geçerek Toygar'dan Üçpınar'a giderdi. Şoför oraya doğru arabayı sürerken Toygar Tepe'ye geldiklerinde şoför: "Amca, bak Üçpınar Köyü karşıda.."

Adam: "Yok oğlum.. Değil. Bizim köyün evlerinde dam yoktur. Bu köyün bütün evlerinde dam var."Biraz daha giderler. Yolun hemen solundaki köyün mezarlığı önünden geçerken, adam: "Dur..!" der. Dururlar. Adam taksiden iner, mezarlığa girer, bir ağaca sarılır. Biraz sonra gelir.

"Tamam oğlum, burası bizim köy. Bu ağaç Hacı Abdullah'ın çetlemiği(çitlembik). Tanıdım.Giderler. Taksi köy kahvesi önünde durur. Adam iner kahveye girer.Yaşlı adam bir yere oturur. Hiç konuşmadan kahvedekilerin yüzlerine defalarca dikkatle bakar. Kahvedekilerden birisi muhtara gider, kahveye garip bir ihtiyarın geldiğini, hiç konuşmadan herkesin yüzlerine baktığını söyler.

Muhtar hemen kahveye gelir. İhtiyar adama:"Amca, sen birini mi arıyorsun? Sen kimsin? Nerelisin?" "Kimseyi aramıyorum oğlum ben de bu köydenim."

"Amca, ben yirmi senedir bu köyde muhtarlık yapıyorum. Seni tanımıyorum. Kimlerdensin sen?" "Çok oldu oğlum. Beni ancak ihtiyarlar tanır. Onları çağırır mısın?"

Biraz sonra köyün bütün ihtiyarları kahveye toplanır. Ama kimse geleni tanımamıştır. İhtiyar sormaya başlar: "Süleyman Çavuş?", "Öldü.", "Recep?", "Öldü", "Koca Salih?", Öldü.", "Topal Murat?", "Öldü.", "Eyüp Çavuş..?", yaşlı bir adam yavaşça ayağa kalkar. "Eyüp Çavuş benim.." Bakar.. Bakar.. Bakar.. Bakar.. Sonra birden gelen misafire sarılır. "Muhammet(Remzi), sen misin? Sen misin be? Nerede kaldın bunca zamandır? Nerelerdeydin be?" Eyüp Çavuş tanımıştır geleni. Anlatır. Çanakkale Cephesinde harp 1916 yılı başında bitince, Gazze Cephesine götürülür. Orada yaralanınca, Halep'de Asker Hastanesinde tedavi edilirken İngilizler gelir. Halepliler; "Bunlar bizim insanlarımız. İngiliz gavuru, bunlara eziyet eder." Diyerek yaralıları hastaneden kaçırıp evlerine götürürler. 1918 de olan bu olayın üzerinden yıllar geçer. Bir türlü gelemez bizim askerler. Üçpınarlı Muhammet de orada kalır. Evlenir. Çocukları olur. Ama vatan hasretiyle harıl harıl yanmaktadır. Ancak altmış dört yıl sonra son bir kere daha vatanını görmek arzusu ile Balıkesir'e Üçpınar'a gelmiştir. Son bir kere daha görmek için.

(DEVAM EDECEK)