Önceki gün iki arkadaş ehliyet sınavı komisyonunda görevliydik. Ehliyet alacak adayların trafikte hal ve hareketlerini takip ediyor ve onların bir ehliyete sahip olup olamayacaklarına karar veriyorduk. Aynı güzergahı 12 kez gidip gelirken insanın da muhabbete imkanı ve ihtiyacı oluyor.

Geçmişte "ağzında fare olan bir kediye çarptığımı" anlatıp arabanın içindekilerine "yiyeceğin lokma ağzında" dahi olsa boğazından inmediği müddetçe senin "rızkın olmadığının bilincini vermek" için anlatırdım, hala da anlatırım. Aslında bu tür konuşmalarımın tümü "kendime bir nasihat olsun" istiyorum. "Kendim için istediğimi müslüman kardeşim için de istemek" Peygamberim (sav)'in bana bir tavsiyesi.

Bu haftaki vazifemiz esnasında kırmızı ışığa takıldı zihnim. Trafik lambalarında "kırmızı ışığın" çok büyük bir anlamı vardır. Ayrıca bu anlamı ehliyet sahibi olan her sürücü hatta yayalar bile biliyor. "Dur! sakın geçme! Yol hakkı senin değil diğer yoldakilerin." gibi bir anlamı var. Beni etkileyen şey: Kırmızı ışığın anlamının herkes tarafından bilinmesi ve uyulmadığı zaman büyük cezaların ve acıların sebebi olarak görülmesi.

Kırmızı ışıkta geçen herkes asli kusur işlemiştir ve katil zanlısı olarak değerlendirilebilir. Biraz ağır oldu ama, neyse ... Çünkü herkesin bildiği bir manayı yok sayıyorsun.

Kırmızı ışık, trafik akışında bu kadar önemliyken "haram" kavramı da keşke hayatımızda bu kadar yer etmiş olsaydı. Trafik kurallarına inandığımız ve tabi olduğumuz kadar Allah'ın kitabındaki haramlara ve helallere tabi olsaydık, hayatımız daha da güzel olurdu. İnsanlığın mutlu ve huzurlu yaşaması için Cenab-ı Allah'ın "kesinlikle yapmayın! Eğer yaparsanız büyük belalara, elim azaplara düçar olursunuz!" diye kitabıyla ve peygamberleriyle aktarmış olduğu haramlar, (şirk, zina, hırsızlık, haksız yere adam öldürme, faiz vb. ) yok sayıldığı müddetçe çirkinlikler, kötülükler toplumda yayıldıkça yayılacaktır.

Haram, bizi durduran kırmızı ışığımızdır desek acaba kaç kişi anlar? Anlamış olsa bile kaç kişi tabi olur? Hesabı, ahirete de kalacak olan haramlara/helallere inanmak ve bu ilkelere göre bir mümin olarak dünya hayatını yaşamak Müslümanım diyen herkes için pek mümkün görünmüyor.

Batılı ülkelerde trafik kurallarına nasıl uyulduğunu ballandıra ballandıra anlatan arkadaşlar, kendi ülkemiz insanının o seviyeye gelmesi için 20-30 yılın daha geçmesi gerektiğini telaffuz ediyorlar.

Çakma Batı toplumlarını andıran insanımız ne zaman kendi hakikatine ulaşacak da inançlarıyla şekillenmiş bir hayata gülümseyerek merhaba diyecek? Ekonomik sıkıntıların yaşandığı böyle bir dönemde, birbirini gözetlemesi gerekenlerin, birbirini yolmak için bilmem kaç takla atarak, durumu kendisinin dışındaki şartlara bağlamış olması da çürümüş bir zihniyetin ürünü.

Tabii "kırmızı ışık" ile "haram kavramı" arasındaki anlatım birlikteliğini sadece dört kişinin içinde bulunduğu bir arabada konuşmak yeterli olmayacaktı. Sınıfta öğrencilerime anlattım aynı meseleyi. "Ayıp" kelimesi ile başladım. "Kırmızı ışık"ın nasıl bir işlevi varsa "ayıp" kelimesi de aynı etkiyi yapıyor zaman zaman. "Ayıp! Onu yapma! Ayıp, onu giyme!" dendiği vakit, küçük yaşlarda iken bu bir nebze uygulanabiliyor. Lakin büyüdükleri zaman arkadaşlarından, televizyondan, sosyal medyadan gördükleri ile düşünmeye başladıklarında ayıpın artık kişisel bir mesele olduğunu düşünecek kadar sığ anlayışlara sahip olabiliyorlar. Ki sınıfta da bir öğrencim "Hocam, kişisel tercihi" deyiverince baklayı dilinin altından çıkarmış oldu.

Kimsede kusur aramak ya da onları yargılamak derdinde değiliz. Sadece bir mevzuyu anlatmaya çalışıyoruz. Toplumsal değişimin, bireysel çöküşün nerelerden kaynaklandığını yakalamanın derdindeyiz. Bu delikleri fark ettikten sonra teker teker elbisemizden ya da etimizden bir şeyler yırtarak oraları tıkayacağız, gücümüz yeterse.

AHMET TAŞTAN