Genç kız, her teneffüs yanında olmaktan farklı bir mutluluk duyduğu hocasının eline yazdığı hikayeleri teslim ediyordu zaman zaman. Her teneffüs hocasını o kadar alıştırmıştı ki bazen "bu teneffüste nerede kaldı acaba" dedirtiyordu.

Bu birlikte oluşların ardından geliyordu yazılar. Genç kız, bazen söyleyemediklerini yazıyordu hikayelerinde. Bazı açıklanması gerekenleri yazıyordu uzun uzun aynen hocasının şu anda yaptığı gibi.

Bu yazıların birinde okula nasıl başladığını, orta üçüncü sınıftaki bazı özel anılarını anlattığı da oluyordu. Hocası bu yazıların bazılarını bilgisayarda bir güzel yazmış sonra onun gazeteye göndermişti. Sonra ufak pusulalar geliyordu eline. Derste, teneffüste, gecenin birinde-ikisinde yazdığı ufak notlardı bunlar.

Nasılsa yazdıklarını okuyacak ve değerlendirecek bir Kır Saçlı vardı. "Kır Saçlı" hocasının ta kendisiydi. Çünkü yirmi yılı aşmış meslek hayatında saçları ağarmış bir hoca. Bu yazılarında "Maydanoz" diye anlattığı da kendisiydi genç kızın. Yani her şeye karışanlara verilen bir sıfat, "her şeye Maydanoz olma" denilen cinstendi.

Peki, Kır Saçlı kimdi? Babasının çocukluk arkadaşıydı. Aynı sokakta oturmuşlar, aynı zamanda o günkü çocuklarının oynadığı oyunları birlikte oynamışlardı. Babası ve amcasının saygıyla andıkları biri idi Kır Saçlı. Top oynadıkları, kudrake oynadıkları, top sektirmece, dokuztaş gibi oyunları oynadıkları yıllar çok geride kalmıştı. Genç kızın dedesi, başka mahallelerde ev yaptırınca masal aleminde kalmış babasının çocukluk hatıraları.

Yani Kır Saçlı öğretmene, çocukluk arkadaşının bir emanetiydi genç kız. Bu sevgi ve ilgi karşılıklı idi ancak en büyük ustalık genç kıza aitti. Zira okulda Kır Saçlının daha nice tanıdıkları vardı. Öğretmen arkadaşlarının çocukları, lisedeki arkadaşlarının çocukları ve uzaktan akrabalarının çocukları da vardı bu okulda.

Lakin hiç biri Maydanoz kadar Kır Saçlı hocasını değerlendiremiyorlardı. Her teneffüs yanına gidip bakışlarını hocasının gözlerinin içine diker onun konuştuklarını öylece dinlerdi. Bazen ufak, zayıf sorular bulur, onların cevaplarını teyid ettirirdi. Çünkü kendisi araştırmayı seven, elinden farklı işler gelen biriydi.

Can kulağıyla dinlediği hocasının bazı tavsiyeleri de olurdu. Bir ara namaz kılıyor muydun sen? Dediğinde yüzü düştü, mahzun oldu ve cevap vermedi lakin ufak bir pusulada yazdığı cevabı hocasına uzatmıştı.

Kitap kurdu olan genç kız, fuardan birçok kitap almıştı. Annesinin bazen "bu kadar fazla okumasına kızdığını" anlatır "okumasını yasakladığını" söylerdi. Çok okuyup, çok sosyal faaliyet yapmak istiyordu. Okulun duvarlarında adının kalması da en büyük hayallerinden biriydi. Böyle bir hayalin gerçekleşeceği okul Fen Lisesi değil de burasıydı.

TEOG sınavındaki netleri onu istemeyerek de olsa bu okula sürüklemişti. Fen Lisesi isteyen arkadaşlarına özenmişti. İlk günlerde üzülmüştü burayı kazandığına. Ancak babası çocukluk arkadaşının öğretmenlik yaptığı bu okula kızını göndermekten çok memnun olacaktı. Evet, bunların her bir cümlesini onun yazdığı hikayeden biliyordu Kır Saçlı öğretmen.

Son günlerde akıl ve vahiy ilişkisi üzerine edebiyat odasında laflamışlardı. Çünkü o günlerde namaz üzerine yoğunlaşan genç kıza bir ikram olarak rüyasından Kır Saçlı görünmüştü. Namaza başlayan üç beş arkadaş sevinçten çok mutluydular ve Maydanoz gözyaşlarını tutamamıştı rüyasında.

Hocasının peşini hiç bırakmayan, onun en güzel şekilde değerlendirmeye çalışan evin tek kızı Maydanoz bir taraftan okuyor bir taraftan kendini olgunlaştırmaya çalışıyordu. Bazen derin yalnızlıklar yaşıyordu. Hiç kimse bu yalnızlığa çare olamıyordu. İşte Kır Saçlının bunu fark edip söylediği sözler o derin derdine çare olacaktı. "Derdim bana derman imiş" diyen büyüklerden kaptığı güzel anlamlarla yoluna devam edecekti.