Eski bir BAKAN'dan konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kağıt bardakta kahve ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı...Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı.Derin bir nefes aldı ve ;
"Biliyor musunuz ne düşünüyorum?" diye sordu...
-"Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum...
-Tek bir fark vardı; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu.
-Buraya gelirken, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir otele götürmüşlerdi. Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı...
-Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi...Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim"
Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti
"Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum." bir an durdu ve sonra;
-"Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum.
-Beni hava alanında kimse karşılamadı.
-Otele taksi ile geldim.
-Kendi odama kendim çıktım.
-Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile.
-Sonra da bulabildiğim yerde oturdum.
-Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi.
Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum"
Seyirci gülmeye başlamıştı.Sonra şöyle ekledi:
"Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu. Benim asıl bardağım işte bu.Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir.
Size ait değildir.Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı sizin yerinize geçene verirler.Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt bardaktır."

Yukarıdaki hikayeden iki ders çıkartmak mümkündür:

Birincisi, genellikle ilgi ve alaka kişiden çok mevki makama gösterilir.Zaten Nasrettin Hocanın "Ye Kürküm Ye " fıkrası bu gerçeği anlatmıyor mu?

Bu hikayeden alacağımız ikinci ve belki de en önemli ders bazı insanların kendilerini "VAZGEÇİLMEZ" biri olarak görmesidir.Yani hep kendileri ön planda olsun isterler.

Bir yaşlı büyüğümüz bize şöyle bir örnek vermişti:"Bir inşaat işçisini aç bırakmak istiyorsanız onu önce inşaat bekçisi yapın.Daha sonra bekçilikten alın.O işçi bir daha çalışmaz. Çünkü şöyle bir havaya girer "Ben inşaat bekçisiyim amelelik yapmam".

Toplumumuzda kendini vazgeçilmez olarak gören o kadar çok kişi var ki.Yaşlandığı halde işletmeyi çocuklarına devretmeyen patron babadan tutun da emekliliği geldiği halde "Ben olmazsam bu işler yürümez "diyen bürokratlara kadar pek çok örnek verebiliriz.

Bir zamanlar Amerika'da New York Times dergisinin bir yazarı varmış.Bu yazar hiç izne çıkmazmış.Sebebini soranlara "Ben izne çıkarsam Tiraj (okuyucu sayısı) düşer" dermiş.Ama işin aslı ise yazarın korkusu şuymuş "Ya izne çıktığımda Tiraj düşmezse".

Bir düşünür der ki:"Hiçbir şey benimdir deme.Yalnızca şimdilik benimledir" de.Çünkü ne servet ne makam ne eş,ne sevgili ne neşe ,ne de keder seninle ebedi değildir".

Hiç kimse kendini "VAZGEÇİLMEZ" görmesin.Mezarlıklar kendini "Vazgeçilmez "zannedenlerle doludur.Biz olmasak işler yürümez diyorlardı.Öyle diyenler gitti .Ama hayat ve işler hala devam ediyor.