"Kimlik bunalımı" diye meşhur denebilecek bir kavram var. Kim olduğumuzu nereden biliyoruz? Bize kimler söyledi bunu? Söyleyenler dostumuz mu düşmanımız mı? Onların dost olduğunu veya düşman olduğunu nerden bileceğiz? Şeklindeki soru yağmuru altında iliklerimize kadar ıslanırken yettiği yerde bırakmak lazım tabii.
"İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı" der ilimin kapısı. (Kim ilmin kapısı? Hz. Ali)
"-lik" ekinin farklı görevleri vardı. Bazen mekan ismi kurar; odunluk, kitaplık gibi. Bazen soyut kavram oluşturur; insanlık, Türklük, vb.
Burada "kimlik" kim olduğumuzu belirtmesi için devlet tarafından verilen el ayası kadar bir kağıttan ibaret olamaz değil mi? Biz bir yapan her türlü davranış, hal ve hareketin, duygu ve düşüncelerin tümü kim olduğumuz belirler. Ancak çok farklı zamanlarda çok değişik tavırlar sergileyen insan bir iki kelimeye hapis olunabilir mi? Elbette hayır.
Hatta bazılarımız, "nasıl bir insan olduğunu" sorulduğunda kafası karışır, kendisini tarif edecek kelimeler bulamaz belki de "hepsinden birazcık olduğunu" hisseder. Orada bırakır "kim olduğu" ile ilgili aradığı cevabı.
Mevlana hazretleri, "sen düşüncenden, ibaretsin gerisi et ve kemik" sözü yolumuzu aydınlatıyor bir nebze.
Kendimizi görmek için aynaya bakarız? Ayna bize bizi gösterir. Fotoğrafımıza bakınca da o an ki halimizi görebiliriz. Bu somut göstergelerden sonra bazı soyut göstergeler de vardır bakmasını bilirsek. "Mümin müminin aynasıdır" dediğinde Efendimiz (sav) ayna karşımızdaki din kardeşimiz oluverir. O güzel insanları kendimiz için bir ayna gibi görüp hatalarımızı gidermek, kendimizi onlar üzerinden bulmak çabası başlar içimizde.
İnsan bazen bir üstada güvenir. Onun dediklerini aynen yapar. O zatı sevdiğinde onun sözleri düşünce dünyasının pusulası oluverir. Ve insan artık "nasıl biri olduğunu" veya "ruhundaki cevherin ne olduğundan" haberdar olur. Kendimizi tanımadan evvel ya da kendimizi kaybettiğimiz vakitlerde bu bilge insanlar bize kim olduğumuzu bildirebilirler veya bizi hakikatimize yöneltebilirler.
İnsan bazen de bir topluluk bir cemaat içinde bulunur. İyilik adına bir araya gelen bu güzel insanlar uyguladıkları plan ve projeler sayesinde ufak ufak biriktirir ve büyük bir hayra vesile olur. Büyük toplum içinde kendine benzerleriyle bir kimlik oluştururlar. Bireysel bencillik olduğu gibi grupsal bencillik de olabiliyorsa. Toplumsal iyilikler de mümkündür.
Kendimizi bulmak? Kayıp kıtamızı keşfetmek için bazen kendinden kaçmak kurtulmak gerebilir? Gelmek için gitmek, bulmak için kaybetmek gerekir.
Davranışlarımız belli kalıba oturmadan önce gençlik dönemlerimizde bolca okumak öğrenmek lazım. Kibrimiz, gururumuz hakikatimiz önünde bir perde olabilir. Dünya hayatını istemek ve ahiret hayatının güzelliklerine talip olmak bizim kimliğimiz üzerinde derin etkisi olacaktır. Ameller niyetlere göredir, herkese niyet ettiği vardır ilkesi de gönül dünyamızı biçimlendirir.
Kendini sultanlık makamında kaybetmiş İbrahim Ethem hazretleri, bulmak için kendini taç tahtı savurmuş ve dağlara yönelmiş. İçindeki dağları tek tek aşmış. Rızık konusunda kendisi "bulduğumda yerim, bulamadığımda sabrederim" deyince dostu Şakik "Biz bulduğumuzda dağıtırız, bulamadığımızda sabrederiz" demiş. Bir gün yine kendi kendisine "adam olsaydın sultan kürkünün altında bile saklanırdın" diyerek bir başka alemlerde kendini keşfetmeye çalışmış.
İçimizdeki trafik canavarına dur demeliyiz. Kendimizi her davranışımızın, her düşüncemizin, her isteğimizin ardında aramalıyız. "Ben bunları neden yapıyorum?" anahtarıyla gizli ve karanlık odalarımıza girmeliyiz.
"Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" serlevhasını bulup huzurunda huzur bulmalıyız.
.