Bütün insanlar bir dil kültürü içinde doğar, büyürler ve hatta, ya rahmetli olur ya da geberip giderler. Anlaşma aracı olan büyük bir sırdır lisan. Dünya üzerindeki bu kadar dilin varlığı ve bu kadar çeşitlilik arz etmesi tarihin hangi safhasında ve nasıl oluştuğu henüz belirlenememiştir.
Çok da lazım değil bu mesele. Biz kelimelerin ne işimize yaradığına bakalım. Yabancı kelime kullanımı konusunda dil bilimcilerin farklı yaklaşımları var. Nihat Sami Banarlı’nın Türkçenin Sırları isimli kitabında “nasıl ki toprakları fethederiz, kelimeleri de fethederiz.” Kendi eklerimizi kendi aksanımız ile telaffuz ederiz. Yüzyıllar içinde o “fethedilmiş kelime” artık herkesin anladığı bir kelime haline gelmiştir.
Bir dildeki yabancı kelime sayısının çokluğundan bazıları korkarken bazıları da büyük bir zenginlik olduğunu düşünebilir. Korkanlar “milli benliğimizi, milli kimliğimizi kaybediyoruz” diye endişe duyuyorlardır belki de. Haklıdırlar, dedesinin, atasının kelimelerini bilmeyen çocuklara koca bir tarihi nasıl miras bırakacak. İstiklal Marşımızı anlamayan nesillerle hangi çağlara kanat açabilecektir?
Yabancı kelimelerle arası iyi olanlar ise söyle bir sorun görüyor olabilirler. Yabancı kelimeler olacaksa doğu kökenli kelimeler mi, batı kökenli kelimeler mi öncelikli olmalı? Bu zevattan bazıları doğu kökenli -Arapça ve Farsça- kelimelere sahip çıkarken batı dillerinin kelimelerinden rahatsız olurlar ve görmezden gelirler.
Bu yaklaşımların ardında başka bir kavganın var olduğunu hissediyoruz. Perde arkasında İslam ile Batı çatışmasının rol oynadığı muhakkak. Yok, o kadar değil diyorsanız, mevzuyu “eski- yeni” çatışması çerçevesinde düşünebilir. Bu konulardan, yudumlanan çaylar eşliğinde kültür kokan tatlı bir tartışma çıkar.
Kullandığımız kelimeler yetiştiğimiz kültür ortamını işaret eder. Hangi kültür dünyası içinde yetişmişsek o kültürün kelimeleriyle konuşmak hem kolaydır hem de dürüstlüktür.
Polisin “kimlik lütfen” deyişi gibi “kimliğim kelimelerimde” demek geliyor içimizden. Hangi dünyanın adamı olduğumuzu, kelimelerimiz belirler. Zira baskı ortamlarında, dikta rejimlerinde sadece kelimeler değişmez kişiliklerde kayar merkezinden.
Yazarın biri Sıfır Üç Depremleri isimli romanında şu satırları yazmıştı.
Ey İslam Ben sana demedim mi?/ Hem de kaç kez söylemedim mi? /Kendi Müslüman’ını kendin yetiştireceksin/ Ey İslam Ben, sana demedim mi? /Hem de kaç kez söylemedim mi? /Başka sistemlerin yetiştirdiği Müslüman’dan ne bekleyebilirsin Ey İslam?
Her ideoloji, her sistem, her din, her akım, her tarikat, her devlet kendi insanı yetiştirmenin derdinde. Yetiştirmiş olduğu insandan öncelikle “kendini” ifade eden, “kendinin ürettiği” kelime ve kavramları kullanmasını ister.
Düşünsenize, insanın biri, bir topluğa katılıyor ve konuşmaları arasında “o topluluk hakkında; onlar şöyle yapıyorlar, sen öyle diyorsun ama onlar böyle söylüyorlar” diyor. Ne anlarsınız bu cümleden… Henüz kendini o topluma ait hissetmediğini, değil mi? Yolun başında olduğu belli.Seviyor, ilgisi var ve takip ediyor ama henüz “biz” diyemiyor.
Kelimelerin kimliğimizi belirlemede çok önemli yeri olduğunun altını çizmeye gerek yok sanırım. Bir öğretmen olarak derse giriyorsunuz. Ders anlatıyorsunuz tarih veya edebiyat ya da fizik, kimya her neyse. Seçtiğiniz kelimeler çok net. Öğrenciler puan veriyor hemen. Bir edebiyat öğretmeni dindar ise kompozisyonlarda örnekler verilirken araya sıkıştırılan ayet veya hadisler size bir mesaj olur. Hocam, sizi çözdük der gibidirler.
Ancak Atatürk’ten çok örnek veriyorsanız yazının bir köşesinde vecizeler okumak da mümkündür.
Burada öğrencilerimizin, kişiliksiz yetiştiğine mi hükmedilir, yoksa öğrencilerimiz arifâne davranıyorlar mı denir? Ben ikincisine oy vermek istiyorum, hoşuma gider arifâne davranmak. Ancak o yaşta bir “arif” bulmak zor, zira küçük yaşlarda “korkutulmak” ve “adamına göre davranmak” duygusuyla /dürtüsüyle yetiştirilmiş oluyorlar sanırım.
Kelimeler kültür dünyamızın öncü birlikleridir. Muhatabımıza, anlamın içinde saklanmış değer yargılarımızı da haber verir. Farklı kültürleri tanımlanmadan önce tanır ve onların hassasiyetlerine dikkat ederek konuşulursa iletişim kavi/sağlıklı olur.
Aradaki farka dikkat çekmeden konuştuklarında mevzu üzerinde durulur ve mesele ne ise çözülür. Çoğu tarafgirliğin altında öze inemeden oluşan biçim/şekil tartışmaları vardır sanırım.