Evet, bir eğitim döneminin yarısını da tamamlamış olduk dün itibarıyla. 25 yıllık eğitim hayatım boyunca böyle bir eğitim görmemiştim lakin maksat bilgiye ulaşmaksa, bizim edebiyat dersi için, bir şekilde gerçekleşti. Öğretmen ve öğrenciler internet üzerinden özel sınıflardaymışcasına buluşup derslerini yaptılar. Tabii işaret edeceğim konu biraz farklı olacak bu yazıda.

Ders yapmak değil, dersi kaynatmak... İtiraf ediyorum ki hatırlayabildiğim tarihten bu yana ilk dersleri hep kaynatırım ve birkaç yıldır son dersleri de kaynattığımı fark ettim. Bu kaynatma fikri, cidden hoşuma gidiyor. Aslında öğrencilerin ruhlarını okşayan çok hoş bir ifade. Hele hele dönem başlarında öğrencilerle tanışırken ya da kendimi tanıtırken kurduğum ve onların dikkatini çeken en önemli ifade budur: "Ben ders kaynatmasını severim!" Bu sözü duyanların gözlerindeki ışıltı ve birtakım sevinç ifade eden bedensel hareketleri beni mutlu eder tabii. Hemen bu cümlenin arkasından yanlış anlaşılmasın diye de "bir yemek nasıl ki kaynama seviyesinde pişerse, biz de dersi pişireceğiz, olgunlaştıracağız" der, yavaş yavaş işi ciddiyete bağlamaya çalışırım.

Bazen merak ederim; acaba çocuklar boş dersi mi daha çok severler yoksa kaynayan dersi mi? Kişiden kişiye, durumdan duruma değişen sonuçlar elde edebilirsiniz bu muhabbetin sonunda.

Tabii boş ders, daha çok sevilir, özellikle ders çalışmaktan sıkılan öğrenciler tarafından. Kendini bir hedefe kilitlemiş, ideali uğrunda çalışan öğrenciler, boş dersleri fırsat bilip özel meşguliyetlerine yönelirler.

"Ders kaynatmak" ifadesi çocukları, bir anda dersten koparıp, sıkıntılı halden uzaklaştırıyor. Biraz mutluluk ve tatlı heyecan veriyor.

Aslında "ders kaynatmak" dediğimiz şey çocukların şahsi dertlerine daha çok vakit ayırmak, onlarla hasbihal etmek, muhabbet etmekdi benim için. Dün yeni dönemin son günüydü ve bazı öğrencilere sordum: "Dah önce hiç ders kaynattınız mı?" diye. Öğrencilerim, samimi cevaplar verdiler. "Evet hocam, bazen öğretmenimizin tuttuğu takım hakkında bir cümle söylediğimiz vakit dersi kesiyor kendi takımından bahsediyor ve ders kaynıyordu. Bazen de sizin öğrenciliğinizde nasıldı eğitim hocam, diye soruyorduk. Öğretmenimiz, kısılmış gözlerini sınıfın bir köşesine dikip bütün dikkatini maziye çevirir anlatır, anlatırdı." Biz, soru sormuşuz, merak ediyoruz, öğretmen de kırmıyor, fırsata çeviriyor ve nasihat ediyor. Kendi hayatı üzerinden bize dersler veriyordu. Biz dersleri böyle kaynatıyorduk hocam."

Esasen bu tür konuşmalar yapılmalıydı. Çocuklar kendi kanaatlerini ifade etmeli, yani toplum önünde basit, sıradan görünen muhabbetler yapabilmeliydi. Böylesi, daha çok sınıf dışı faaliyetler gibi görülse de herkes bu imkana sahip olamayabiliyor. Lakin öğretmen dersteyken öğrenci dersi kaynatabilirse kendi hanesine kazanç olarak yazıyor.

Aslında "ders kaynatma" işini öğrencinin yapmasını çok isterim. Yani biri kalkıp ders dışı herhangi bir konuda duygu ve düşüncelerini anlatıverse mest olurum. Zaten öğrencinin gelişimi için bu tür çalışmalara yer vermek gerekiyor.

Özetle demek istediğim şey şu; aslında biz bütün dersleri kaynatıyoruz. Bu kaynamış dersler öğrencide bir öğrenme sevincine, yüksek not alma mutluluğuna dönüşüyor. Bizim yaptığımız sadece ufak bir kelime oyunu. Hababam Sınıfındaki öğrenciler nasıl müzik eşliğinde neşeli espriler yaparsa her sınıfta üç aşağı beş yukarı olabilen şeyler.

"Ders kaynatmayı" severim dediğimde derslerde ayrıca şu tavsiyede bulunurum; Yazılı akşamları mutlaka "kopya" hazırlayın. Az önceki cümlemle oluşan sevinç, bir anda tereddüt ve endişeye dönüşür. Hatta biraz haddi açtığım fikri zihinleri kaplar. "Gençler, yazılıya çalışın demek istiyorum. Çünkü kopya hazırlamak titiz bir çalışma seansıdır." O anda öğrenciler rahatlarlar.

Daha ilk dersten bu edebiyat öğretmeni, anlatmak istediklerini, farklı ifadelerle söylediğini ve bunda başarılı olduğunu hisseden öğrenciler bir cümle ile daha irkilirler. "Her yoğurt yiyişin bir yiğidi vardır."