"Benim babam! Vay benim babam..." Hüzün dolu bir gönülden damla damla sızan bu kelimeler yufka yüreğime dokunuyor lakin ne elden birşey geliyor ne de dilden...

Toprağın altına bedenini, berzah alemine ruhu teslim edilen "rahmetli kayınpederimden bana ne kaldı?" sorusu zihin dünyamı meşgul ediyor. Gelenek böyledir. Önden gidenlerin ardında kalanlar, çok sıradan bir olaymışçasına terekesini yani mirasını paylaşırlar.

Düşünce dünyama Pakistan'ın milli şairi Muhammed İkbal'in sözleri yön verecek. Hacdan dönenlere: "Oradan bize ne getirdiniz?" diye sorduğunda, "hurma, zemzem, hediyeler" diye açıklama yapanlara "Hz. Ebubekir'in sadakatini, Hz. Ömer'in adaletini, Hz. Osman'ın hayasını, Hz. Ali'nin cesaretini getirdiniz mi?" diye sorarmış. Fatih Kısaparmak'ın "bu adam, benim babam" diye tarifle işaret ettiği bir Anadolu insanını rahmet-i Rahman'a uğurlarken gönlüm buruk...

Vefatından bir gün önce onu yatağında uzanmış gördüğümde "işte kabir ehlinden biri, sadece fazladan bir nefes alıp vermesi var" demiştim. Biraz oturmak istediğini anlayınca yardım ettim. Çok ağır geldi bana. Demek ki yavaş yavaş ağırlaşan bedeni toprağını özlüyordu.

Rahmetli anneme on yıl hizmet etmiş rahmetli babam, "insan etinin insana ağır geldiğini" söylerdi. Hizmeti ağırlaşmış bir hasta için dudaklardan dökülen en hayırlı dua: "Rabbim çektirmesin."

Sözü fazla dallandırıp budaklandırmadan rahmetli kayınpederimden bana kalan manevi miras nedir, sorusunu cevaplayayım kendime.

Sağlıklı zamanlarında anlattığı bir hikayesi vardı. Sırtına alıp hastaneye götürürken annesi ellerini açmış kendisi hakkında gönlüne işleyen hayatının güvencesi kabullendiği o muazzam duayı yapmış. "Bana bir şey olmaz, ben annemin duasını almışım" şeklindeki güçlü inancı, bize kalan en büyük mirastır.

Sağlam karakterli, kısa, öz konuşmayı seven, alavere dalavere bilmeyen hile hurda yalan dolan nedir tanımayan ehl-i iffet birisiydi.

Diğer bir mirası ise sıla-i rahim konusunda gösterdiği titizlikti. Akrabalarının uzak yakın demeden ölümünde düğününde ve dahi muhtaç olduğu zamanlarda yanında olmayı binmiş bir gönül sahibi.

Gönül Sultanımın anlattığına göre "babam biz sofradayken, yetim kalmış yeğenlerini hatırlayıp "onlar şimdi ne yiyorlar acaba?" der sonra da gözyaşlarına boğulurnuş. Ne kendisi bir şey yiyebilir ne de çocukları ağzına bir lokma koyabilirlermiş o günlerde.

Üç kız iki erkek çocuklu bir aile ortamında ihtiyaçlarına binaen yeğenlerini de barındırmış, onların da okumalarına ya da çalışmalarına imkan tanımış. İşte bu akraba sevgisi çocuklarına da miras kalmış olacak ki bazen "babamın hatırına gidiyorum" diyerek o güzel ahlakı devam ettirirler.

Bir de günlük muhabbetler arasında ifade ettiği cümle... Biraz sinirli bir şekilde sağ elini aşağı yukarı sallayarak çözülmez bir noktaya geldiğinde dudaklarından dökülen ve imanına şahitlik eden o mükemmel söz "Allah'ın dediği olur, Allah daha iyi bilir." Yani fazla kurcalama, fazla düşünme.

Bu güzel ahlak ve düşünceleri aldık bağrımıza bastık. "Ölüm hak, miras helal" düsturunu rehber edindik.

Şu fani dünyada, fani olan ve insanların arasını açan mal mülk sevdasına düşmeden güzel ahlakını, gönül rahatlığıyla aldık kabul ettik.

Unutmadım ama söylemekten de biraz çekindiğim diğer miras da "dünyalar iyisi, sevgili eşim Gönül Sultanım" ondan bana kalan en büyük miras.

Şimdi kayınpederim kara toprağın bağrında ahiret aleminin ilk kapısında beklerken evlatlarına düşen onun amel defterini kapattırmamaktır. Dostlarına düşen vazife de

ruhu için bir Fatiha okumaktır. Allah rahmet eylesin.