Adam ne anlatacağını bilemiyordu. Sadece başlığını söylemek yeterliydi muhabbetin. Adı dile geldiğinde çağrışımı güçlü bir şekilde kullanan zihni harekete geçecekti. Her hafta sonu dernekteki cam masasının üzerinde açtığı kitaptan satırlar okuyor ve aklının sınırlarında geziniyordu.
“Kalp” sözcüğü düştü dilinden. “Bu gün kalpten bahsedeceğiz, çünkü beden ülkesinin başkentidir. Kalpten bahsetmek demek insanın özünden söz açmaktır. İnsanın içindeki kıtaları keşfetmesi kadar anlamlı bir seyahat olabilir mi ki?” dedi.
Kalp ile ilgili kavramlar aklına geldi. İhlas, dedi önce, ardından niyet kelimesi yuvarlandı zihninin orasına. Lakin bir kelime bilgisi olsun diye dinleyenlerine “kalp” ın ne olduğunu sordu. Telaffuzu farklı idi bu kelimenin. Bildik kelime olan “kalp”i söylerken”-l” harfinin inceltici etkisini kullanıp “-a” harfini yumuşak okunuyordu ama “kalp” derken “-k”nın kalınlığını “-a”nın kalınlığına katıp söylüyordu. Kalp, bozuk demektir. Ayarı bozuk para basanlara ne denir? Kalpazan. İşte kalpın böyle bir anlamı var” dedi ve “kalp bir kalp” insanın sinesine yüktür.
Tekrar ihlas konusuna döndü yerdeki kırmızı halının desenlerine takılmışken gözleri. Duygusal bir atmosfer oluşturmak istiyordu sanki. Kalbin her daim hazır olması gereken bir kalp hali idi bu. Hissedilmeden anlatılacak ihlas, bir filmin repliklerini dudak ucuyla okumak gibi olurdu. Çekiniyordu dolu dizgin konuya girmekten. Zira olması gerekenin dışında bir hal ile anlatmak kalbinin kaldıracağı durum değildi.
İmam Gazali’nin İhya’sında “ihlasında, ihlas görenin ihlası ihlasa muhtaçtır” sözünü liseli yıllarında ezberlemişti. Yakın arkadaşı birini tanıtırken “çok ihlaslı biri” diye tarif edince canı sıkılıyordu. Zira kendince bir sır idi o. Bir kimsenin kalbini “ihlas ölçer” ile ölçemeyiz. Zira ameller niyetlere göredir.
Daha önce okuduğu eserlerden “ihlas” konusu hazırlanmıştı. O kitaplarda zikredilmiş ihlas kokan hikayeleri hatırladı. Bunu anlatmalıydı. Ancak ne zaman bu hikayeyi anlatsa sesi çatallanıyor, gözleri doluyordu. Ortam sessizliğe gömülüyor dinleyenlerle ruh birlikteliği hissediliyordu.
Çünkü Hz. Ömer zamanında kalenin fethedilmesini için kapıyı açan ve kendini gizleyen o mücahidin ihlasına ayran kalmamak elde değildi. Komutan merak ediyordu kale kapısını açan gencin kim olduğunu. Üç gün bekledi gelen giden olmadı. Ancak yüzü gözü kapalı biri belirdi çadırın önünde. Nöbetçiye “kale kapısını açan gencin yerini haber vermeye geldim” deyince içeri alındı ve komutanın karşısında üç şartı sıraladı: Adı sorulmayacaktı, Halife Ömer’e haber verilmeyecekti, bir de hediye takdim edilmeyecekti. Komutan hüsnü kabulle kabul etti tüm şartları. Delikanlı yüzündeki peçeyi indirdi ve “bendim o kapıyı açan” deyiverdi. Komutan o günden sonra “Allah’ım o mücahit gibi bir ihlas nasip eyle” diye dua eder olmuştu.
Nasıl bir ihlas ki asırlar geçse de ardından gıpta ile söz ettiriyor. İhlaslı olmanın bereketi yılları delip geçiyor ve gözlerimizi nemlendiriyor” dedi.
Gözlerini kırmızı halından ayırmamıştı. Kimsenin yüzüne bakacak hali yoktu. İç dünyasında kopan fırtınaları dinlerken, ufak başarıların ardında isminin geçmesi için taklalar atan gösteriş budalası bir çağda olduğunu hatırladı. Bu seviyeye nasıl gelinecekti reklam ve haber çağında.
Gerçi İbrahim Ethem’den duymuştu o ince çizgiyi. “Murayi (riyakar) İbrahim” diyordu kendine, “ha sultanken şöhret ha sultanlığı terk ederek şöhret? Ne fark eder. Murayi İbrahim” söyleniyordu kendi kendine. Bunu duyan balıkçı da “nasıl gizlesin kendini, Sultan oğlu Sultan iken” dediğinde. İbrahim Ethem “saklanmasını bilseydi, sultan kürkünün altında da saklanırdı.” Hikmetini zikrediyor.
Sultan kürkünün altında bir derviş olmak. Her gün ekranlardan gördüklerimizin görünmeyen bilinmeyen, bilinmesinin istemedikleri nice iyilik vardır kim bilir? Hem tanınacak hem de gizli yönü olacak ulu bir çınar gibi.
İhlaslı iş yapmak için bir formül buldu adam ve kulaklara emanet etti koyu kahverengi perdelerin arasında sızan ikindi güneşinin ışınları odanı ortasına düşerken. “Bir niyet, bir amel ihlastır.” Bir amel iki niyet olursa ihlaslı olmak sıkıntıya girer.
Dinleyenler küpeyi kulaklarına taktılar ve çaylarını yudumlarken “bir niyet bir amel: İşte ihlas” diyorlardı içlerinden.