Esnaf bir arkadaşımdan dert dinledim biraz. Şimdi onu yazarak bir tercümanlık yapabilir miyim, diye düşünürken “olmasını gerekeni” ve “diğerinin yaptığını” kıyaslamaya başladım, her zaman olduğu gibi. Çünkü akıllı insanlar işin künhüne vakıf olmak için birkaç açıdan bakması gerektiğini bilirler, yazıyordu eski eserlerin birinde.
Aynası işti kişinin lafa bakılmaz derler ya işte o sebepten biz de “düşünce işi” yaparken dikkat ediyoruz bazı çizgilere. Çizgiyi aştın mı kışkırtmış olabilirsin. Pireyi deve yapmak ya da kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi sıkıntılara düşmeyelim.
Hadi, “derdi neymiş?” de de rahatlayalım, uzatma sözü diyenler iyi dinlesin.
Kaldırımlara taşmış mağaza veya marketler, yoldan geçenleri zor durumda bırakıyor ve görüntü kirliliği oluyormuş… Evet, ben de sıkça yaşadım bu halleri, hatta kaldırım mağazasındaki() eşyalara çarpıp düşürme ve kırma gibi sıkıntılar da çabası. Gerekli gözlemler yapılmıştır, konu karara bağlanmadan tartışılmıştır ve en doğrusu olduğu düşünülen karar onaylanmıştır.
Daha önceden neler getireceğini kestiren ve itirazda bulunan esnaf kardeşler, cepleri yakan hakikatle burun buruna gelmişler karardan sonra. “Kazancımızın neredeyse yüzde yirmisini kaybettik” gibi bir cümle sarf ettiler. Kirayı ödemekte zorluk çektim bu ay, zaten dükkanlar kapalı sanılıyor, müşteri ayağını kesti adeta ve alış veriş olmuyor. Hatta çarşıda kepenk kapatan arkadaşlar var. Bizden üç dört çeşit vergi alıyor devlet, ancak Belediyenin bize yaptığına bakınız…”
Dert dinlerken büründüğünüz ruh hali ile çözüm sunarken dağılıp gidiyor. Hemen “esnafın dediği gibi olsun” diyesiniz geliyor. Karşı tarafın nedenlerini araştırma inceleme durumu sinmeden üzerinize. Ancak iki tarafı dinleyip varsa bir aşırılık belli bir ölçüde giderilemez mi orta yolunu aramayı teklif edeceksiniz, ama insanın aç gözlülüğü size engel oluyor. Biraz daha ötesini talep eden kazanma hırsı sınır tanımaz deyip derinden kesiyorsunuz yarayı.
Keşke bir memuriyet olsa da kapasam şu dükkanı” diyen bir temenni noktasına gelmiş esnafa kim kulak verecek bilemiyorum. Şimdi kapının önüne en ufak bir şey dahi koyulmayacak denilen kuralı titizlikle uygulayan yetkililer “dükkanın açık olduğunu belirten ve kaldırımı işgal etmeyecek bir dikkati” takip edebilirler.
Ancak her şeye burnumu sokmak istemem. Zira insanoğlunun en zor şartlara dahi alışabildiğini biliyorum. Yoksa benim gibi inkılapçı ruha sahip olanlar asla “böyle gelmiş böyle gider” demezler. Şehirleşmeden, medenileşmeden yanayım. Çıkarcı olmanın, çok kazanma hırsının terk edilip, olması gereken, insana yakışan ve kanaatkar olmak gibi vasıflara ulaşmamız lazımdır.
“Senin tuzun kuru ya, dilinden döküleni, elinden geleni yazıyorsun, gerçekten halimizi hiç bilmiyorsun gibi derin itirazlara” da söyleyecek sözüm yok hani. Adam kazanamıyorsa, dükkanını en işlek cadde üzerinde işletemiyorsa sevdiği, tanıdığı ve oy verdiği insanlara bu sitemi neden yapsın ki? Seçim zamanı kapınıza gelirler, valla dükkana bile almayacağım” gibi yürek acısını sözler basit düşüncelerin ürünü değildir. Ailesinin nafakasını helal yollardan kazanmaya çalışan bu insanların derdine uygun bir şeyler bulmak lazımdır ya da dediğim dedik, çaldığım düdük misali üç maymunu oynamaya devam edilir.
Bir kısım insanların mutluluğu için, -ki onların kim olduğu önemli değil sıradan bir vatandaş da olabilir- diğer insanların kazançlarına müdahale edilmesi doğru mu? Verilmesi zor bir karar. İnsanlar tüp problemli hallerde kalp kırmadan muhatabını ötekileştirmeden, sabırla çözüme doğru gidilecektir. Zira insan değişen ve alışan bir varlıktır.
Kaldırımlara park edilmiş arabalar, kaldırımlara yayılmış dükkan malları yürüyüşümüzü engellememeli. Milletçe hedeflerimize yani en iyisine ulaşmamız lazım ancak bunun birimiz kazanırken diğerimiz vergi yükü altına ezilerek olmaması lazım.
Yanlış mıyım?