"Bunca varlık var iken geçmez gönül darlığı" demiş Yunus. Boşuna dememiş elbet. Gönlünü genişleten kalabalık mıdır yoksa yalnızlık mı sormayan bilemez zira. Bu yalnızlıktan nasibini alan Hz. Musa da rabbiyle konuşmak üzere çıktığı Sina Dağı'nda O'na şöyle yalvardı: "rabbişrahlisadri": "Rabbim göğsümü genişlet." Rabbi ona ayakkabılarını çıkarmasını söyledi. Peki, sembollerin bu kadar çok olduğu Hz. Musa'nın hayatında ayakkabının anlamı neydi ki çıkarılması emredildi? Bunun yorumu: kişinin dünyaya iltifatı bırakması, tamamen Allah' a yönelmesi şeklindedir. Yani eğer inşiraha talipsen önce kendin bedenen, cismen yalın hale gel. Allah ile konuşmak üzere yoluna koyulduğun yokuşun her bir anını hissetmene engel olacak hiçbir şey hatta ayakkabı bile girmesin araya. Ebu Said ElHudri'yenisbet edilen bir hadise vardır ki: Ebu Said ElHudri ölen oğlunu rüyasında cennette ve çok iyi halde olduğunu görür ve ondan kendisine nasihat etmesini ister. Oğlu dayanamayacağını söylese de babasına, Ebu Said ısrar eder ve oğlu ona şu nasihatte bulunur: "babacığım Allah ile arana bir gömlek bile koyma."

Dünya hayatının türlü kirleriyle karılmış insanoğluna Rabbulalemin şöyle seslenir: "Arınmaya istekli misin? Gönlün var mı?" Allah Teala, aslında insanın bu soruyu kendisine sorarak, bir nevi nefis muhasebesi yapmasını ister.

Şimdi hep beraber iken, her sesi duyup hepsine cevap yetiştirirken nasıl yapacak insan nefsinin muhasebesini? Her şeyi duyarken nasıl işitecek kendi ruhunun feryadını? Nasıl duyacak Rabbinin sorusuna verdiği cevabın sesini? İşte bu yüzden Allah bazen yalnız bırakır. Tıpkı Yunus'u, Eyyub'u, İsa'yı, Nuh'u, Yusuf'u, ve Hz. Muhammed'i yalnız bıraktığı gibi. İşte bu yalnızlıktan beslenir insan ruhu, genişler gönül. İlahi hitabı işitip itaat etmeye, hikmetini kavramaya başlar.

Peki, kendini gündelik hesaplardan, çabalardan, beklentilerden, duasını dahi sosyal medyada paylaşıp beğeni ummaktan alıkoyamayan insan, bu hayatın ruhunda açtığı yaraları farkedip nasıl "arınmaya istekli misin" sorusuna "Evet" cevabı verebilir ki?

Velhasıl Allah bazı yolları topluca bazı yolları da tek başına yürümemizi ister. Hatta bazen o kadar tek başına bırakır ki, karanlık bir vakitte, ışığın bile eşlik etmediği "İsra yolculuğuna" dönüşür bu. Ama sonu "Miraçtır." Yolda olmanın hakkını tek başına kaldığında da aynı duruşla devam ettirebilmektir aslolan.

Şu yaşadığımız "uzlet" günlerinde etrafımızdaki bütün telaşlar, koşuşturmacalar, "24 saat yetmiyorlar" tükendi. Bütün kalabalıklar dağıldı. İçimizle başbaşa kaldık. Peki ya içimizdeki kalabalık?

Allah Teala, Tekasürsuresindedünyayı bir değirmene benzetir ve "çokluk derdinin" bizi ne hale getirdiğini;"ta ki kabri boyladınız"diyerek anlatır. Evet, dünya son derece gürültülü bir değirmen gibi çalışıyor. Bu öğüten gürültünün o kadar çok işbirlikçisi var ki... İşte o işbirlikçi kalabalığın en aktif biçimde varlığını sürdürdüğü günlük koşuşturmalar, hesaplar, "zaman bana yetmiyorlar" -bir süreliğine de olsa- anlamını yitirdi. İşte insanı öğüten, tüketen ve sonuca iflas etmiş bir şekilde vardıran en temel sebeplerden biri: "çokluk derdi" ne yazık ki. İnsan da bu derdin dertlisi olduğunu bile farkedemeden, dünya değirmeninin gürültüsünde tükene tükene bitiriyor kendine ayrılan zamanı.

İşte şimdi bu gürültüyü durduran, dışımızdaki kalabalığı azaltan hatta bitiren bu süreçte, içimizdeki kalabalıktan nasıl kurtulacağız? Allah buna da cevap veriyor: "Allah'a firar edin."

Size Allah'ı hatırlatan her şey değerlidir. Onu unutturan ne varsa kalabalıktır. Velhasıl Onu unutturan bütün kalabalıklardan yine Ona sığınırız. Ne güzel söylemiş İsmet Özel;

Şimdi ne yapsam dedirtme bana yarabbi,

Taşınacak suyu göster, kırılacak odunu,

Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

Bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin,

Tütmesi gereken ocak nerde?

Elif Özel / Bursa İl Müftülüğü Uzman Vaizi