Başlığı seçmekte zorlandığımı belirtmeliyim. Zira başlık bir yazının kimlik numarası gibidir. Okur başlığa göz attığında zihnindeki çağrışımlara göre davranış sergiler. Neyse konumuz bu değil.

Günümüzde gelişen siyasal-sosyal olaylar karşısında herkes bir şeyler düşünüyor, söylüyor. Herkes bir şekilde tepkilerini göstermek istiyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor ama yakındaki insanların da ciğerini kavuruyor. Yüreğini soğutmayı bilmeyenler ya da en kaba küfürlerle (şerefsizsin, hainsin, o.... çocuğu, p...ç vb.) kelimelerle haykıranlarla; sabır çekenler, "Allah'tan geldik yine ona döneceğiz" ayetini okuyarak yüreğini soğutan insanlar görüyoruz çevremizde.

Provokatörlere/kışkırtıcılara takılmadan ilçemizde yapılan yürüyüşle bir şeyler yapmış olmanın rahatlığı, bugün de Cuma namazından sonra kılınacak gıyabi cenaze namazı ile teröre lanet açıklamaları yapılacakmış. Ardından gelen birlik vurguları mest etti edecek bizi.

Devletin, millet adına yaptığı mücadeleyi eksik görüp yetkililere yönelik eleştiri yapanlara yer yer katılmak zorunda hissediyorum kendimi. "Neden böyle oldu... Keşke o tedbirler alınsaydı... Daha ilerisi görülebilseydi keşke" diyorum.

Tabii içimden bir cevap haykırıyor hemen. Devletteki paralel yapının elemanları göz yummuş olmasın. Haberleri vardı da kendinden olmayan yetkililere haber vermediler mi bilgileri, bilmiyoruz. Eğer böyleyse devletin paralelden kurtulmak istemesinin nedeni bir kez daha anlamış olduğumuzu düşünüyorum.

Her konuda önderimiz, liderimiz, olan Hz. Peygamberimiz (sav) nasıl yönetmişti Medine'yi. Bu konuyu inceleyen birçok müstakil eser yazılmıştır muhakkak. Ancak genel bir İslam Tarihi okuyanlar bile bilecekleri bazı noktalar vardır.

Çünkü şu günümüzdeki teröre destek veren siyasi parti ve paralel yapılanmaya karşı o dönemki siyasetten çıkarımlar yapılabilir. Ben birkaçını zikredeyim teşbihte hata yapmamaya çalışarak. Bilgim yetmez, aklım denk düşüremez ise affınıza sığınırım. Bu konuyu ilkesel bazda değerlendirecekler olabilir.

"Baş münafık Abdullah bin Selül'ün vefat olayını bilirsiniz. Efendimiz'den (sav) kefen olması için gömleğini iste(t)mişti de Efendimiz (sav) de çıkarıp vermişti. Hz. Ömer'in(ra) yüreği bu davranışı kaldıramadı. Efendimiz'e (sav) bu adamın Müslümanlara ne kadar çok zarar verdiğini üstüne basa basa anlattı. Ancak Efendimiz'e (sav), yine de kırık gönülle itaat etti. Görevini yapmış olmakla yetindi.

Hz. Ömer; "Ya Re­su­lal­lah! Allah sizi münafıklar üzerine namaz kıl­maktan neh­yetmedi mi?" dedi. Peygamber Efendimiz, gülümseyerek,

"Ben, istiğfar et­mek veya etmemekte serbest bırakılmışım. Ben de tercihimi yaptım! Allah Teala, "Habibim! Bu mü­nafıklara, sen ister istiğfar et, istersen istiğfar etme (etmen de, etme­men de eşittir). (Eğer) onlar için yetmiş defa istiğfar et­sen, Allah onları asla affetme­yecektir" (Tevbe, 80) buyur­muş­tur" dedi.

Daha sonra Re­su­lul­lah (sav), Abdullah b. Übey'in cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti.

Hz. Aişe'ye (ra) iftira olayında da başı çeken bu idi, Uhud Savaşında üç yüz yandaşıyla ölmek istemediklerini belirtip ayrılan da buydu. Efendimiz'e (sav) hakaret edercesine "Kimin zelil olduğu, kimin aziz olduğu Medine'ye dönüldüğünde anlaşılacaktır" demişti.

Sabretti Efendimiz (sav)... Samimi Müslüman olan oğlu Abdullah, Efendimiz'in (sav) izni olmadan babasını Medine'ye sokmadı. Bunca kötülüğe müslümanların kalbi nasıl sabretti acaba?

Farklı bir olay;

Bir kabile İslam'ı tebliğ etsinler sahabe/öğretmen istemişlerdi. Efendimiz (sav) 70 hafız sahabe gönderdi. Onlara tuzak kurdular ve şehit ettiler onları. Müslümanların kalbine ateş düştü. Ama o günlerde kimse çıkıp da "Sen nasıl Peygambersin(haşa), bunu nasıl anlamazsın, Allah sana haber vermedi mi?" gibi şikayette bulunmadı.

"Onlar sahabe, başlarındaki de peygamberdi" gibi küçük mantık oyunlarına girmeyelim. Çünkü "ben de sizin gibi bir beşerim" "-ene mislüküm beşerin-" der.

İftira günleri, Uhud vakti, hafız sahabelerin şehadeti, Hendek sıkıntısı... Saymakla bitmez.

Toplumsal sıkıntılarda safları daha fazla sıkıştıracak, dimdik duracaksınız ki devletiniz kurtula feraha ere... Öyle asıl suçluyu kıyıya koyup hedef saptırmanın bir anlamı olamaz.

Dilinden sadece kalbinin yaralı olduğu gerçeği değil, bağcıyı dövmek gibi bir niyet olduğu hemen fark ediliyor saygıdeğer dostum.